antalya'nın finike ilçesine bağlı gökbük köyünde 9 aralık'ta kurulan atatürk çocukları kütüphanesi’ne doğru yola çıktık.
Aynur Uluç
ziyaretimizi izlemek için lütfen linki tıklayın:
https://www.youtube.com/watch?v=oXG_Vc4ES_o&t=115s
antalya'nın finike ilçesine bağlı gökbük köyünde 9 aralık'ta kurulan atatürk çocukları kütüphanesi’ne doğru yola çıktık. antalya'dan başlayan yolculuğumuzu anlatmak neredeyse bir başka yazının konusu olacak kadar güzel, keşiflerle, meraklarla ve üretimlerle dolu geçtikten sonra köy yoluna kıvrılmak üzere yolun sapağında durduk. orada kurulan kütüphaneden benim sevgili senem açıkgöz vasıtasıyla haberim olmuştu.
sosyal medya sayfasında “haydi” diyordu “gelin kitaplarımıza kanat takıp köye uçuralım...” cümlesi sanırım tam olarak böyle değildi senem’in, daha farklıydı ama bendeki meali böyle düşmüş işte imgelemime, ki işe geç kalma pahasına elimde ne var ne yok kitaplardan, dergilerden iki koli yapıp çeke sürüye kargoya kadar zor atmıştım kendimi o tarihlerde... bir yandan kitapları toplayıp bana verdikleri bir koliye düzgün bir şekilde istiflemeye çalışıyordum, bir yandan da kendi kitaplarımdan da kütüphaneye ve senem’e imzalamak için bir uygun masa arıyordum kendime. yakın takip eden okurlar bilir, her kitaba ayrı bir mektup yazıyorum ben imzalarda ve ayrı bir resim yapıyorum rengarenk. ama bu kez imza tarihimde imzası en hızlı atılmış kitaplar oldu; ama olsundu. orada hummalı bir çaba vardı ve ben de bir parçası olmalıydım. düzgün yapmayı beklemenin sırası değildi. bazen hayat öyledir o anda uymanız gerekir akışına. ez cümle, mükemmeliyetçi yapımı hızla aşındırıp kitapları kargoladım.
takip ettiğim kadarıyla o ara, ülkenin değişik yerlerinden kolilerce kitap geliyordu her gün senem’e. gelen kitapları fotoğraflayıp sergiliyordu o da sayfasında. sosyal medyadan takip ettiğim kadarı ile tanıştığım ve sevdiğim bu kadının çabasını görüyordum bir tek kişi neler başarabilir cümlesinin canlı örneği gibiydi.
ve işte şimdi o kitaplarla daha da derinden perçinlenen dostluk beni onun evine kadar götürmüştü. istanbul'dan kalkıp gelmiş evinde konuğu olmuştum kaç gün boyunca; tıpkı evinin koridorlarında tepelere kadar yükselen kitap yığınları gibi. diyeceksiniz ki halâ mı bu kütüphane için çalışıyor. hayır senem sultan ikincisi için kolları sıvamış bile. sıradaki köy antalya'nın akçainiş köyü. şimdi orası için kitap topluyor, söylemedi demeyin. 21 mart’ta şarkılarla türkülerle açılışı olacak. sen de gel dediler. ama çok zor görünüyor katılabilme koşullarımı organize etmem. ne diyebilirim; aklım gönlüm o gün orda olacak. ama orada da bitmeyecek bu hülyalı koşturuş, en az on sayısını görecek gibi görünüyor kütüphane kurma niyeti.
ve madem ki soluğumu antalya’da almıştım yola koyulduk senem sultan, kardeşi metin ve ben. efendim söylemesi ayıp, arabada ön koltukta yolculuk ettim tüm yol boyunca ben. bir tek köye girişimizde senem öne geçti. düşünün o denli idi yani gösterilen özenli ağırlayış… sen öne geç dedi senem yolun başında, etrafımı iyice seyir ede ede müziklere sala sala tadına varabileyim iyice diye yol ne getirdiyse.. bana verilmiş bu özel hediyeyi milimine kadar hissederek değerlendirdim, diyebilirim. hani bir yere giderken varacağı noktaya gözünü dikenler vardır; ben hiç onlardan olmadım şükür. hayatta bazı şeylerin karşınıza çıkması yetmez duyumsamanız gerekir ki akış tamamlansın. ben bunu öğrenmiştim ki yapabildim… yapabilmenin kıymetini de ayrıca teorik olarak öğrenmiştim ki farkındayım da, anlayacağınız ben iflah olmam artık. acı-tatlı çok şeyi duyumsadım hayatımda ve daha çok şeyin tadını duyarım bu gidişle.
dediğim gibi pek leziz bir yolculuktan sonra geldik ve tam köyün sapağında durduk. hemen yanımda duran limon ağaçları tabii ki dikkatimden kaçmadı. annemin bana hamile iken yediği kasa kasa limonları bildiği için kardeşimde de hemen tutmuş bir kasa limon getirmiş eve babam. annem doğalda limon yiyen birisi değil. unutmuş tabii bende yediği limonları, şaşırmış bu da nerden çıktı. n’apıcam ben bunları, demiş hemen. ben halâ limonu tuzla bal edip yerim. kabuğunu dahi yerim çöpe atmalara kıyamam zerresini. ağacı bir sağımda bir solumda bırakıp biraz dans ettim fırsattan istifade orda da. biraz selâm bıraktım anlayacağınız limonun ağacına. fırsat varken dans dedim ya; hangi fırsat dediğinizi duyar gibiyim. yol için türkü seçtiğimizi anlatıyordum ya az önce, oradan devam edeyim efendim, açayım parantezi.
arabayı solda yolun kenarında park edip girişe uygun bir türkü aramaya başladık. biz hangi türküyü aradığımızı biliyorduk ama size söylemeyeyim şimdi. köye girişimiz ve bu projeye destek olanları anlatması ile başlayan maceramızı sizler için kayda aldı senem sultan. ve az önce youtube’a ellerimle yükledim. oradan adım adım izlemeniz için anlattı yol boyunca, giriş boyunca, orada etrafında döndüğümüz su boyunca anlattı. orada bizi karşılayan sevgili muhtar ismail bey ve yenidünya kanyon restaurant’ın sahipleri osman ve eşi bircan ile sohbetler yaptık. kardeşler geldi sonra tek tek, derken çoğaldık, soğuyan havaya rağmen ısındık yani. en sonunda bir masa başı gülümser insan olduk. sohbetler ederken ederken “masa da masaymış ha” der ya edip cansever bir şiirinde, masaya azeri türküler döktük biz de. sonra kitaplarımıza geçtik tabii ki. çağlayan suyun başına kurulmuş bu iki katlı mavi kütüphane insana umut aşılıyordu. camlarındaki yazıları sizler için fotoğrafladık, içini gezdik. bir zamanlar köyde iki açık sinema, bir koca kütüphane varmış. kitaplar alınan verilen bahçesinde kitap okunan bir kütüphane. ahlanıp vahlanmanın manâsı yok önümüze bakalım diyen insanların kurduğu bu yapı şimdi iyi hissettiriyor. olabildiğince o yapıyı canlı tutmaları geçiyor elbet gönlümüzden. ilgilenen emekli bir öğretmen varmış, ondan söz ettiler. o gün orada değildi ama gönüllü üstlenmiş kütüphanede gündüz durmayı, gelenlere yardımcı olmayı. içimizde yeşermek için bekleyen tohumları görüyor musunuz… gel de deme sözün burasında...
keyiflendim ya devam ediyorum. biz oradan müthiş lezzetli bir yemeğe geçtik kanyon restaurant’ta. insanı müşteri değil misafir hissettiren bu yeri görmeden dönmeyin derim antalya taraflarına gittiğinizde. gece yarısı kapılarını tıklayan üç kadını çıktığım yatağa aldım da kapıda bırakmadım diye anlatıyor bircan. kadim alevi kültürünün tüm sıcak özelliklerini iliklerinize dek hissetmek mümkün bu köyde. biz hemen ayaküstü bir soba başı şiir etkinliği ile taçlandırdık bile geceyi. daha fazlası ve anlattıklarımın kanlı canlısı için videomuzun linkini tıklayıverin derim. ve gökbük köyü üzerine, orada bizzat yaşayan alevi kültürünün inceliklerinin canlı örneği olan bu insanlar üzerine yazılar var nette. inceleyin, arayın bulun, okuyun ama bununla hiç kalmayın derim. bu cana yakın özel insanları tanımadan geçip gitmeyin oralardan.
aynur uluç
ziyaretimizi izlemek için lütfen linki tıklayın:
https://www.youtube.com/watch?v=oXG_Vc4ES_o&t=115s
not: aynur uluç, yazılarında küçük harf kullanmayı tercih etmektedir.