VİDEO İZLEMEK İÇİN TIKLAYINIZ
https://www.youtube.com/watch?v=3gohravGGp0
Fotoğraflar: Necdet Özsaygın/PİRHA
Video: PİRHA
Tecrit sistemine dikkat çekmek ve toplumsal kesimleri duyarlı kılmak amacıyla düzenlenen 19-22 Aralık cezaevi operasyonlarında yaşamını yitirenleri anmak için etkinlikler düzenlenmeye devam ediyor. Belgesel gösterimi ve resim sergisinin ardından ise bugün panel düzenlendi.
Dayanışma Ağı tarafından organize edilen panele cumartesi insanları, hasta mahpusların yakınları, İHD üyeleri ve çok sayıda kişi katıldı.
Moderatörlüğünü İnsan Hakları Derneği İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri’nin yaptığı panelde konuşmacı olarak Türkiye İnsan Hakları Vakfı Genel Sekreteri ve mahpuslar için görüşmeler yapan heyette yer alan Metin Bakkalcı, direnişçilerden Muharrem Kurşun yer aldı.
Panel, 19 Aralık’ta yaşamını yitirenler için yapılan saygı duruşunun ardından başladı.
“19 ARALIK BİZİ TESLİM ALMAYA YÖNELİKTİ”
O dönem Çankırı Cezaevi’nde tutuklu bulunan Muharrem Kurşun, devletin F tipine geçme nedenlerinden bahsetti. Kurşun, “Tecridi istemelerinin nedeni saldırıya daha açık zemin haline getirmeye çalışmaktı. İkincisi teslim almaya çalışmanın sonucuydu. Amaçları bizi teslim almaktı. Bizi teslim alınca toplumu teslim alabileceğini düşünüyorlardı.”
Kurşun, her fırsatta ölümü deniyor ama “Biz yaşamı uğruna ölecek kadar seviyoruz” diye sonlandırdı.
“ÖLÜME DÖNÜŞ OPERASYONU”
Türkiye İnsan Hakları Vakfı Genel Sekreteri Metin Bakkalcı, konuşmasına “Bugünden bakarak ‘her şey kaçınılmazdı’diyen, ‘başka bir ihtimali’ düşünemeyenler konusunda bütün bu sürecin sorumlularından biri benim, benim derken biziz. Yetemedik, beceremedik. Kişisel olarak da borcumdur.” diyerek başladı.
19 Aralık sürecine ilişkin konuşan Bakkalcı, “Hayata dönüş dediklerinde 19 aralıka kadar açlık grevinde yaşamını yitiren yoktu. Güvenlik görevlilerinin müdahalesi sonucu 32 kişi yaşamını yitirdi. Bu yüzden bu operasyonun adı ölüme dönüş operasyonudur.” dedi.
İnsanları kapatılarak cezalandırılmasının 19-20 yy.’da başladığını söyleyen Bakkalcı, tecridin tarihsel süreci ve dünyadaki cezaevlerinden örnekler vererek bahsetti.
Açlık grevleri olmadan önce 16 haziran 2000’de cezaevi ziyaretinde bir rapor hazırladıklarını ve bu cezaevlerinin mekânsal olarak izolasyon ve tecride dayalı olduğunu belirttikleri söyledi. Bakkalcı, “Bir insanın doğal hayatını sürdürebilmesi için dış uyaranlara ihtiyacı var. Bunlar olmazsa fiziksel ve sosyal yapısını tahrip edeceğini söylemiştik. Talebimizde o dönem f tiplerinin çalışmalarının durdurulması olmuştu.” dedi.
19 Aralık öncesi arabulucu olarak yaptıkları görüşmelere de değinen Bakkalcı şöyle konuştu:
“Cezaevindekiler Güvence istiyorlar. Müzakere süreci devam etmiş olsaydı olabilirdi. 14 Aralık’ta görüşmeyi sürdürürken önce RTÜK yayın yasağı koydu. DGM etkinlik yasağı koydu. Her şey biraz hissediliyordu. İçişleri, Sağlık ve Adalet Bakanı biz görüşmeleri yaparken emri göndermeye başlamışlardı. Cezaevindeki temsilciler görüşmelerin sürmesi mesajı veriyorlardı. 15 Aralık’ta etkin bir müzakere yolu kapanmış idi. Cezaevleri kocaman bir toplum projesine dönüşmüş durumda.”
Bakkalcı, ihlale maruz kalanların tazmin haklarının sağlanması, ihlal edenlerin cezalandırılması gerektiğini belirtti.
“İNSANLIĞA KARŞI SUÇTA ZAMAN AŞIMI OLMAZ”
Avukat Ercan Kanar, tecride, cezaevleri tarihçesine ve 19 Aralık sürecine ilişkin konuştu.
Kanar, “Türkiye insanlığa karşı suçlarında tarihi denebilir. 19 Aralık da çok daha önceden planlanmış insanlığa karşı suçtur. İnsanlığa karşı işlenmiş suçlardan biri olan Maraş Katliamı’nın da 40. yılı. Ve bu suçlarda asla zaman aşımı olmaz.” dedi.
Mahkemelerin bu madde açısından dava açmadığını söyleyen Kanar, yargılananların da emir kulu denilen tetikçi ve askerler olduğunu söyledi.
“HAPİSHANEDE HEDEF İNSANIN İRADESİDİR”
Kanar, devletin yüzleşmeye çağrılması açısından hatırlamanın çok önemli olduğuna dikkat çekerek, dünyadaki cezaevlerinden bahsetti.
Kanar, “Cezaevleri dünyada bir reform olarak ortaya çıktı. Hapishanede hedef insanın iradesidir. Beynin teslim alınması olarak değerlendirilmeli. Tecridi sadece yasaklama kurallar topluluğu olarak görmemek gerekir. Tecrit bir iktidar tekniğidir.” dedi.
TÜRKİYE CEZAEVLERİ
Türkiye cezaevleri tarihinden de bahseden Bakkalcı, “Cumhuriyetin ilk yıllarında koğuş sistemi vardı. Siyasiler ve adliler aynı yerde kalıyordu. 1934 yılında genelge yayınlanarak ayrı ayrı yerleştirmeye başlandı. 12 Mart darbesine kadar cezaevlerinde neler olduğu ile toplum ilgilenmedi. 12 Mart darbesinden sonra cezaevleri ile yüzleşildi. Bu hak ihlalleri asıl 12 Eylül’de yaşanmaya başladı. Çeşitli bedellerle alınan haklar idari, iktidar teknikleri ile geri alındı.” dedi.
19 Aralık operasyonuna da değinen Bakkalcı şöyle konuştu:
“Bu davalarda sorumluları yargı önüne çıkartılamadı. Söz konusu operasyon için çok önceden karar verilmiş hazırlık yapılmış. Operasyon kayda alındığı halde mahkemeye getirtilemedi. Raporların getirilmesi de yılları buldu. Bayrampaşa davasının açılması 10 yıl ertelendi. Ümraniye ve Bayrampaşa devam ederken, Çanakkale zaman aşımı ile sonuçlandı. Bursa ise tutuklu hükümlülerin beraatiyle sonuçlandı. Bu davaların hepsinde Genelkurmay başkanı olmak üzere tüm sorumluların yargılanmaları gerekirdi. İnsanlığa karşı suç kapsamında yargı önüne çıkartılmalıydılar.
Konuşmaların ardından Gülseren Yoleri, Edirne ve Tekirdağ cezaevlerine yaptıkları ziyaret sonucunda ortaya çıkan tabloyu özetledi:
“İşkence uygulamaları görünür oldu. Tecrit ağırlaştırıldı. Disiplin cezaları arttı. Hücre cezalarının yanı sıra cezayı ağırlaştırdığı bir sonuç ortaya çıkarıldı. Tecride bağlı hastalıklar arttı. Hasta mahpusların tedavi hakkına erişimi engelleniyor. Mahpusların şikayet dilekçeleri sonuçsuz kalıyor. Sorunların artarak devam ettiği.”
Panel soru cevap ile sona erdi.