“25 Aralık Aralık 2000...Oğlum bugün toprağa verişimiz üzerinden 21 sene geçti... Bana hiç kimsenin iyileştiremeyeceği yürek acısı bıraktılar elleri kanlı katiller...”
TÜRKER DEMİRCİ
Bu sözler bir annenin, oğlu Alp Ata Akçayöz’ün öğretmen annesinin sosyal medyada dile getirdiği dinmez acısı, dinmeyen öfkesi ve onarılamaz yüreğinin sesi…
Daha öncede anne Günay Akçayöz "Yetiştirdiğim öğrencilere hep iyi ve doğruyu öğrettim. Belki de benim kalem tutmayı öğrettiğim bir çocuğun eli tetiği çekti. Beni oğulsuz bırakmaya kimsenin hakkı yoktu" dedi.
Alp Ata Akçayöz, ülkenin genç sosyalistlerindendi. Sosyalizme inanmış, devrimci mücadelenin neferlerindendi. Bilinçli, sürekli okuyan, tartışan ve teorik birikimiyle dikkatleri çeken bir gençti. Kartal-Maltepe bölgesinde devrimci çalışmalar içinde yer alıyordu. Tutuklanınca da , cezaevinde direniş saflarında, tutsakların F tipi cezaevleri ve teslim alma politikalarına karşı sürdürdüğü direnişinlerin yanında yerini almıştı. Çevresinde sevilen biri olan Alp Ata Akçayöz'e ”yardım ve yataklık” iddia ediliyordu ama yargılandığı bir eylem de yoktu. Ümraniye cezaevinden tahliyesi bekleniyordu.
Devrimci, direnişçi oluşu katledilmesi için yeterli nedendi faşizm için...Tıpkı diğer siper yoldaşları gibi...
Bir cezaevi arkadaşı Alp Ata Akçayöz'ün Ümraniye cezaevinde 22 Aralık katliamında nasıl katledildiğini şöyle anlatıyor:
"... Tavandan kompresörlerle sekiz delik açtılar. 'Teslim olun. Size zarar vermeyeceğiz' diyerek bizi dışarı yönlendirmeye çalışıyorlardı. Deliklerden her tarafımızı yakan zehir kusmaya başladı. Gaz odası gibiydi. Dayanamayacak duruma gelince 'ne olursa olsun dışarı çıkalım' dedik. Kapıdan üçer beşer çıkmaya başladık. Ata bizden önceki grubun içindeydi. Gazdan bayılacak gibiydi. Bir an önce temiz havaya çıkmak istiyordu. Onun grubu çıktığında 3-4 el silah sesi duyuldu. Ata duvardaki deliğin yanında yatıyordu, ama canlıydı, yanına gittim. Seslendim, 'Ata, haydi kalk gidelim'. Cevap veremiyordu. Kasığındaki yarayı, parçalanmıştı, o zaman gördüm. Üç arkadaşımla onu hızla dışarı çıkardım. 'Sedye getirin, öldüreceksiniz' diye bağırdım. Sedye geldi koyduk, bayılmıştı. Askerler çıkışa götürdüler."
Arkadaşları Alp Ata Akçayöz ‘ü şöyle anlatmışlardı:
Bulunduğu her ortama neşe, sevinç ve moral, coşku taşıyan, sonsuz insan sevgisiyle ortamı anında ısıtan bir insandı Ata. Paylaşmaktan keyif alan, bu yüzden her konudaki şaşırtıcı bilgi birikimini sergilerken karşısındakinde en ufak bir rahatsızlık yaratmayan Ata, sadece konuşarak değil, yaparak, üreterek çalışarak paylaşmanın erdemini yaşamıyla her an yeniden üretiyordu. Yaptığı her işe sevgisini ve güzelliğini katardı. Aklın ve erdemin diyalektiğini, yaptığı her işte yeniden üretebilmeyi becerebilirdi. İdeolojik ve kültürel/yaşamsal birikimiyle bunu başarabilmesi için “kendisi olması” yeterliydi. Çalışkanlığı, birikimi ve disiplini ile bir devrimci yaşam kaynağıydı adeta.
19 Aralık operasyonu başladığında her haliyle bu niteliklerine yeni örnekler üretmeye devam ediyordu. Sibirya’dan farksız nöbet yerimiz, onun eli değdiğinden sıcacık çayların içildiği bir sohbet mekanına dönüvermişti. Sayesinde epey “son çay” içtik. Sonra Konferans salonunda gofret dağıtan bir Noel Baba gibiydi, sonra bayanlar koğuşunun yemekhanesinde günlerdir gazdan dumandan kurumuş susuz boğazımızı ıslatacak, yağmur sularından elde edilmiş suyu dağıtıyordu. En son halay çekerken o her zamanki gülümsemesiyle kaldı belleğimde. Ne oynuyorsun diye sorsam, hemen o çocuksu muzipliğiyle “kepez oyunu” deyiverecekti sanki. "Kepez” son günlerde Ata’nın deyim yerindeyse “joker kelimesi” olmuştu. Bir oyun havasında, herşeyin ismi onun dilinde “kepez”e dönüşebiliyordu...”
Hep güler yüzü, sempatik ve sevimli tavırlarının yanında çevresinde gür sesi ile şiirler okumasıyla da tanınırdı Alp Ata Akçayöz.
Onun içindir ki, İstanbul Maltepe, Küçükbakkalköy’deki mezarının taşında onun çok sevdiği şu şiirden bir kıta yazılı…
Atlılar atlılar kızıl atlılar,
atları rüzgâr kanatlılar!
Atları rüzgâr kanat...
Atları rüzgâr...
Atları...
At...
Ve elbette Alp Ata Akçayöz'ü anarken, 'Hayata Dönüş' adı verilen ve gerçekte vahşete varan, tarihin en büyük katliamlarından biri olarak tarihe geçen 19-22 Aralık katliamında yaşamını yitiren, yaralı kurtulan, çeşitli hastalıklarla yaşamak zorunda zorunda bırakılan tüm devrimcileri de aynı duygularla, sahiplenme ile anıyoruz. Onları sahiplenmek, anmak,anlatmak tarihsel bir görevdir. Her birine saygıyla!