Çünkü, Devrim, zamanı gelince 'yapılan' değil, "hemen şimdi" den başlayarak olan, oluşan bir şeydi...
Ben eskiden bir şeye çarpınca ağlardım...
Elmaya, kalbe, ölüme çarpınca ağlardım.
Geçen hafta sokakta "soru adım" koşarken "cevap anahtarı" bir arkadaşıma çarpıp ağlamayı unutunca kendime mahcup oldum. Dün de şöyle bir şey oldu; cevaplar önde ben arkada konuşmacı olduğum bir muhabbete gittim. Muhabbette, cevaplarımızın bazılarından şüphelenip sorulara da şans vermemiz gerektiğini söyledikten sonra "Tüzük ve programa göre Devrim 'yapılamayacağını', şiir yazılamayacağını, âşık olunamayacağını" söyledim. Çünkü, Devrim, zamanı gelince 'yapılan' değil, "hemen şimdi" den başlayarak olan, oluşan bir şeydi. Cümle içinde kullana kullana eskittiğimiz Devrim, aşk gibi örgütlenmekti lakin o "an" değil "süreç", aşan, taşan ve akan bir şeydi... Komşu siyasetten bir arkadaş "soru sormak" için söz alıp, içinde yirmi yedi kere Marks, on kere "modern revizyonizm" sözcükleri geçen cümlelerle "cevap sorarak" beni bir güzel payladı.
O tüm cevaplardan sınıfı geçti. Ben sorularda kaldım...
Geçmişime ve çocukluğuma çarpıp ağladım...
Kendimden geçtim sizde kaldım.
Ağlamanın da soru olduğunu anladım.