İtiraz eden, boyun eğmeyen, onurlu duruşların hayatın başka alanlarından da geldiğini söylemiştik.
HASAN OĞUZ BİLGEN
Piyasacı egemen anlayışın adını pek anmadığı -belki de özellikle dillendirmediği- Tıp biliminde özel bir yeri ve önemi olan yararlı bakterilerin, yaşanılan koşullara uygun olarak insan anatomisine giren, dokularına yerleşen zararlı mikro organizmaların etkisiz/nötr duruma getirilmesinde hatırı sayılır ölçüde katkı sağladığı yaşamın içinden deneyimlerle sabittir. Bu bakterilerin 'B12' ve 'K' gibi, ayrıca biotin, folik asit ve tiamin vitaminlerini sentezlediği, besinler üzerinden alınan lifleri parçalayarak insan organizmasına güç kazandırdığı bilim insanlarınca doğrulanmaktadır.
İnsan emeğine, sağlığına musallat olan uluslararası tekelci sermayenin, özcesi mevcut kapitalizmin, aşırı tüketime dayalı olarak düzenli ve dengeli beslenme alışkanlıklarımızı değiştirmesi, yarattığı sanal ortam -internet- marifeti ile hareketsizliğe, uyku düzensizliklerine yol açması, antibiyotiklerin ve bilumum kimyasalların plansız ve programsız kullanımını kamçılaması ile ilintili olarak insanın sindirim sisteminin canına okuduğu da açıktır.
Şimdilerde laboratuvar ve alan uygulamalarından çıkan sarsıcı sonuç, sindirim sisteminde pusulasız nükleer denizaltılar gibi dolanan, kanserojen üreten düşman bakterilerin, akıl sağlığından başlamak üzere, bağışıklık ve dayanıklılık sisteminin zayıflamasından, en başta bağırsak florasının doğasının bozulmasına dek, sözcüğün gerçek anlamı ile potansiyel bir tehlike oluşturduğu yönündedir.
Konunun uzmanı değerli hekimlerimize saygısızlık etmek istemem. Burada yapılmak istenen, halkın sağlığını hiçe sayan İsrail kökenli uluslararası tarımsal ilaç tekellerinin "hybrit" politikasını deşifre eden cesur hekimlere, alternatif tarım deneyimlerinden çıkardığımız örneklerle destek olmaktır.
Günümüzde araştırıp bilgi sahibi olarak ya da soyut, salt söylemlere dayalı bilgilerle, birçok insan bağırsak florasını düzenlemek ve rahatlatmak için, -çoğu zaman aşırı diyebileceğimiz ölçülerde- probiyotik ürünler tüketmektedir. Ne var ki, tıp dünyasında, özellikle de gıda mühendisliği alanında gerçekleştirilen klinik/laboratuvar deneylerden, probiyotiklerin inanılan ölçülerde yararlı olmadığına dikkat çeken yorumlar, sonuçlar da gelmektedir. Aynı deneyler, -probiyotik ürünlerdeki bakteri çeşitlerinin bağırsaktaki bakteri çeşitlerinden çok daha az olduğundan olsa gerek- 2018 yılındaki çocuk ishallerinde probiyotik faktörünün ishal süresini kısaltmadığı yönündedir.
"Ayrıca antibiyotik kullanımından sonra probiyotik kullanımının normal bağırsak florasının yerine gelmesini geciktirdiğine dair görüşler de vardır. Kısacası, probiyotik kullanımı şu anda tartışmalı bir konudur. Bağırsak sağlığını iyileştirmek için kanıtlanmış stratejiler hastaları basit şekerler içeren diyetlere ve liften zengin besinlere yöneltmek, glikoz intoleransını azaltmak için yapay tatlandırıcılardan kaçınmak ve sağlıklı uyku düzenleriyle bağışıklığa ve bağırsak kök hücre sağlığına katkıda bulunmaktır." diyor, değerli doktorum Cem Gönenç.
Hekimliği gerçekten halk için yapan ve konuyu tamamen bir halk sağlığı sorunu olarak ele alan Dr. Cem Gönenç "Ben de antibiyotik ishallerine engel olmak için zaman zaman probiyotik öneriyordum." derken, haklı olarak önemli ve güncel bir sağlık sorununun, -ama tartışmalı bir konunun- bilimsel ve tıbbi açıklamasını yapıyor.
Tam da burada, çoğu zaman atlanılan bir detayın altını çizmekte yarar var: Bu yazıda kastedilen, dikkat çekilmeye çalışılan hatta önerilen, endüstriyel yöntemle üretilen gıda takviyeleri değil, geleneksel tarım yöntemiyle ve de mümkün oldukça artezyen suyu, tarım ilaçsız toprak, doğal hayvan gübresi (temin edilebilirse elbette solucan gübresi) ile üretilen, probiyotik içeren doğal tarım ürünleridir. Bal, pekmez, yoğurt, turşu, bilumum tahıllar v.b. gibi.
Burada bir hassas nokta daha: Dikkat çekeceği üzere 'organik' sözcüğü özellikle kullanılmamaktadır. Kapitalizmin kanserli endüstriyel tarımına karşı, yerkürede organik tarım mücadelesini toprakların, doğanın gerçek sahiplenicileri yurtseverler, sosyalistler başlatmışlardır. Ancak, sermayenin aç gözlü parababaları, şarlatanları bu alana da el atmakta, sapla samanı karıştırmakta gecikmemişlerdir.
Bugün 'organik' etiketli birçok gıda ürününün, bu anamal yamyamları tarafından tam bir 'piyasacı kar anlayışı' ile piyasaya sürülmesi, ne yazık ki organik sözcüğünü, organik konusunu tartışılır hale, eski sözcükle şaibeli duruma getirmiştir.
Ömrüm boyunca kapitalizme ve onun dayattığı olumsuz yaşam biçimine, sadece rant amaçlı, bebeklerden yetişkin insanına adeta şırınga edilen alışkanlıklarına, bağımlılıklarınna karşı durmuş, tüm bunlara itirazla yaşamış, endüstriyel tarıma karşı, merkezinde yerel tohum, insan emeği ve de imece ruhu olan tarıma kafa yoran, uygulayan bir insan olarak, onca tartışmaya karşın hala yararına inandığım doğal probiyotik ürünlere iki örnek verebilirim.
Bir. Marketten alınarak değil de, gördüğümüz ya da bildiğimiz bir inekten sağılan sütle mayalanan yoğurt... (Sadece bir su bardağı yoğurtla mayalanan, hiçbir değişik madde, katkı eklenmeyen...) Bu seçenek şimdilerde, kent ya da anakent koşullarında olanaklı olmayabilir. En azından tanıdık, bildik kişiden, güvenilir bir kırsal kaynaktan edinilen sütle mayalanan yoğurt sağlıklı bir çözüm, kötünün iyisi bir seçenek olabilir.
İki. Yine evlerde sadece kaya tuzu ile kurulan turşu... Probiyotik amaçlı olduğu için, kavanozun dibine ve ortasına iki adet poşet çay konulan; ama asla limon, sirke gibi -doğal da olsa- katkı maddeleri eklenmeden yapılan lahana/havuç turşusu.
Son olarak, mevcut kapitalist düzenin kontrolsüz, sınırsız antibiyotik kullanımı dayatmasına karşı bir seçenek olarak, doğal probiyotik tarımsal ürünler kullanımının bağırsak florasınına enerji verip ciddi ölçüde destek sağladığı ve dahi insanın bağışıklık mekanizmasını güçlendirdiği yönündeki görüşlere, -tüm tartışmalara, değişik tezlere karşın- katılmamak elde değil... Ve elbette, sistemin onca spekülasyonlarına ve çarpıtmalarına karşın, yerel tohumu yaşatma, doğal ürünlerin yaygınlaştırma kavgası veren alternatif tarım gönüllüleri, neferleri ile birlikte olmanın gerekliliğini, bugün devrimci mücadelenin ayrılmaz bir parçası haline geldiğini söylemekte yarar var.
Yaşamın tıp alanında halktan ve halk sağlığından yana bilimsel duruşların, serbest piyasa düzeninin savunucularının keyfini kaçırsa da, akıl ve beden sağlığımıza hayli yararı oluyor.
Sadece tıp alanında mı? Egemen sistemin baskısına ve otoritesine meydan okuyan, başkaldıran, gururlu ve naif duruşlar top peşinden koşulan yeşil sahalardan da geliyor. Tıpkı, 1968 Olimpiyat Oyunları'nın 200 metre madalya seremonisinde yukarı kaldırdıkları yumruklarını sıkıp, alışılmış düzeni protesto eden, meydan okuyan siyah atletler gibi.
İtiraz eden, boyun eğmeyen, onurlu duruşların hayatın başka alanlarından da geldiğini söylemiştik.
Evet, geçtiğimiz günlerde Fransa'daki Dünya Kupası'nda ABD kadınlar futbolunun devi unvanını korudu. Lavanta saçlı kadın sporcu Rapinoe, erkek egemen spor iklimine ve insanları ötekileştiren Trump'a inat, adeta nanik yaparcasına final maçında fileleri havalandırdı. Daha birkaç gün önce "Şampiyon olursanız Beyaz Saray'a gider misiniz?" sorusunu "herkesi iteliyor, düşmanlaştırıyor, ötekileştiriyor, beni bile... Asla, ama asla..." mealinde yanıtlamıştı. Kadın futbolcu Rapinoe bu yanıtının ne anlama geldiğini, arkadaşları ile birlikte yıldızlaştığı maçın sonunda, saha kenarında seyircilere yaptığı kocaman kucaklayıcı hareketi ile açıklayacaktı. Cesur ve naif Rapinoe, sözkonusu ikon olmaya aday fotoğrafta kollarını olabildiğince tribünlere doğru açmış, hafifçe geriye kaykılmış, başını erişilmez/sarsılmaz bir gururla yukarı kaldırmış, sarayla (pardon, Beyaz Saray'la) alay edercesine seyirciye gülümsüyordu.
Açık faşizm dönemlerinde de, örtülü faşizm dönemlerinde de muhalif duruşun, itiraz edişin makul görüldüğüne, hoş karşılandığına tanık olunmamıştır; dahası böylesi onurlu tavırların zor ve zorbalık gördüğü gerçektir. Bu tarihsel gerçeklik içinde, insan aklının ve de insan vicdanının doğal yansıması olan her muhalif bakış, her muhalif eylem ve karşı çıkış egemenlerin şimşeklerini her daim üzerine çekmiştir.
Hasan Oğuz Bilgen, 13/07/2019, Ekşisu-Dağlararası.