Şişli Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Evi’nde “çakıl taşları”nın “içinde saklı” oyununa gidiyordum.
Ahmet Varol
Son günlerde Çakıl taşları’nın fotoğraflarını görüyordum sıklıkla sosyal medyada; yüzü rengarenk boyalı kadınlar, boyadıkları taşlar, sahne kıyafetlerini kendilerinin dikişlerini, hazırlıklarını… Kadınlardan ikisini çok uzun yıllar öncesinden tanıyordum. 90’larda Aynur Uluç ve Meral Demir ile Kadıköy Sanat Topluluğu’nda birlikte tiyatro çalışmıştık. Çakıllardan Hatice Yanık ve Mihriban Çumralı’yı tanımıyordum..
Salona vardığımda tanıdık simalar görmenin heyecanını yaşadım önce. Bir çoğu yaşıtımdı. Hem tiyatro salonunun havasını almak hem de sahnede yer alacak kişilerin tanıdık olması beni hoşnut etti. Sanki bir sığınak yeri gibiydi salon. İstanbul’un o yükselen binalarının yarattığı eziklik ve grilikten, bir de trafiğin yağmurundan kaçıp tiyatro mabedine varmıştım en sonunda. Hakikaten de sığınağa inmiş gibiydim, bilmem kaç merdiven indikten sonra tiyatro salonuna ulaşmıştım.
Tiyatro sahnesine, beyazlar içinde üç kadın girdi. Hemen interaktif bağlantı kurdular seyirciyle. Aklıma Bertolt Brecht geldi. Oyuncular öyle bizim aramızda dördüncü duvar filan yok, biz sizdeniz, siz bizdensiniz dercesine, muhabbet edercesine başladılar hazırladıkları gösteriye. Belli ki çok emek harcamışlardı. Sahnenin solundan Meral türkülerle, sağından Aynur şiirlerle, ortasından ise erbane ve gitarı ile Hatice gösterinin o ağır sorumluluğunu taşımaya başladılar. Heyecanları her ne kadar saklasalar da belli oluyordu ama zaten heyecan olması da tiyatronun güzelliğindendir. Meral Kürtçe ve Türkçe o billur sesi ile Anadolumuzun renkli bölgelerine alıp götürüyordu. Aynur şiirleri ile kadının doğurganlığından, dişiliğinden dem vurarak aşklarını özgürce yaşamak isteyen kadınlara, cesurca şiir dizeleri fırlatıyordu. Zaman zaman da üçü beraberce söyleyip başka görüntülere taşıyorlardı kendilerini. (Ben de sahneyi daha iyi anlamak için, telefonda sürekli çekim yapıp, fotoğraf çeken adamın telefonundan gelen ışığı engellemek için sol elimi yüzüme siper ediyordum arada bir.)
Anadolu toprakları çoğunlukla hüzünle dolmuştur. Meral bir yandan bunu yansıtırken söylediği türkülerde, bir yandan da Anadolu’nun öbür yakasından gelen Rum türküleri birbirine ekleniyor, hüzünler devam ediyordu. Şiirlerse hüzünlü olmanın yanında hayatın karanlık yönlerini nasıl deleceğimiz yönünde çağrılar yapar nitelikteydi. Aynur insanı şiirin içine çeken sesi ve içimizdeki ihtiyacı vurgulayan dizeleri ile tadımlık anlar yaratıyordu bende. Söyledikleri, edası hadi beni daha derinlere, daha büyük ormanlara götür hissi uyandırıyorken orada kalakalıyordum. Gösteri sonlandığında, umarım bu birinci perdedir dedim kendi kendime. Değilmiş maalesef. Bitmiş olmasıan şaşırdım çünkü sanki söylenecek daha çok şey var atmosferine sokmuşlardı beni.
Gösteri doğal seslerle bütünleşen bir müzikal havasındaydı geçen süre boyunca. Birlikte söylerken müzik aleti kullanmadan söylemelerini kastediyorum. Meral ve Hatice’nin ellerinde, seslerinde çok güzel ve güçlü potansiyeller var. Hem müzik aletleri olarak hem de sesler olarak. Sahneye selâma çıkıldığında yanlarına dördüncü bir kadın geldi birden ve sesi farklıydı onun. Sahnedeki kadınlara göre daha eril geldi bana edası. Evet dedim kendi kendime, bu kadar dişil seslerin yanına böyle, gene kadın olan ama eril yönü baskın olan sesler, enerjiler olursa dişil enerjinin yarattığı güce denge getirir. Ya da kendileri o eril yönlerine geçişler yaparlarsa da belki bu denge olabilir. Bunlar geçti içimden o anda.
En son olarak size şunu söyleyebilirim: Üç kaynak su ayrı ayrı akarken, buluşmuş ve daha güçlü akmaya başlayan bir dere olmuş. Bu derede kadınların hüznü ağırlıktaydı, şiirlere ve türkülere yansıyan buydu. Bu kadınlar o kadar güzel, o kadar naif ki, ormanda yürürken çalı çırpıyı incitmemeye, kırmadan nasıl yürürüz dercesine yol almaya ve akmaya çalışıyorlardı. Oyunculukları ile, şiirleri ile, türküleri ile kadının o coşan, renklenen ve kendini cesurca ortaya koyan kahkahaları ve seslerini de ekleyip daha nice ormanlardan geçip bize daha neler neler göstereceklerinin habercileri gibiydiler.
Fotoğraflar: Kerim Eren, Sultan Güner, Yasemin Atasoy, Ayhan Şanlı
Ahmet Varol kimdir?
Ahmet Varol, Yıldız Teknik Üniversitesi Makina Mühendisiliği'ni bitirdi .Lise ve Üniversite eğitimi sırasında tiyatro aşkını yaşadı. Son yıllarda, aldığı hipnoz eğitimi ile insan ruhunun derinliklerinde cesurca yolculuklar yapıyor.