daha bir ay var ama ben bir kulağınıza demiş olayım…30 kasım’da şişli nazım hikmet kültür merkezi’nde akşam 8 de oyunumuz var.
yakınlaşırken yine anımsatırım, şimdiden not etmek isteyenleriniz olabilir. ilk gösterim ilk heyecan.. :) …
müzik şiir perfomansı diye isimlendirdik türünü. ama senaryosu olan bir akışı var... gelirseniz sevincimiz taçlanır…
renkli çakıl taşlarına dönüşelim mi
çok acaip keyifli bir grup kurduk biz. hâlden hâle geçen kadınların grubu... adımıza “çakıl taşları” dedik ki çoğalalım, taş gibi donup kalmayalım, su gibi akalım içimizdeki suda. çakıl taşları grubunda nisan'dan bu yana hummalı bir hareket var. soranlar oluyor ne oluyor orda…; bir şeyler yansıyor evet, sızıyor doğru; ama pek konuşmadık. biz bu oyunu neden yapıyor olabiliriz, yok taş boyadık, yok boncuk yok sesti, sözdü, duruştu derken anlatmadık ki bu anlam, bu keşfediş çabası niye?
bir kitap geçti elime geçenlerde bir yerde. baktım öyle güzel anlatmış ki Iouann brizendine "kadın beyni" isimli kitabında, tüm kadınların ve onları seven tüm erkeklerin mutlaka okuması gereken bir kitap olduğu fikrine katılıyorum. oradan bir sayfa paylaşayım sizinle önce. diyor ki yazarımız:
“Kadınlarla erkekler arasında fark olmamasını dileyenler var. 1970’lerde Berkeley’deki genç kadınların sloganı “zorunlu uniseks”ti. Bu, cinsiyet farklarından dahi söz etmenin politik olarak yanlış olduğu anlamına geliyordu. Hala kadınların eşit olabilmeleri için uniseksin standart olması gerektiğini düşünenler var. Oysa biyolojik gerçekler uniseks beyin diye bir şeyin olmadığını gösteriyor.
Derinlerde farklılıklara dayanan ayrımcılık korkusu yattığından yıllar boyunca cinsiyet kökenli farklılıklarla ilgili araştırmalar, bu araştırmaların sonuçları kadınların eşitlik iddialarını zorlaştırabileceğinden yapılmadı. Ne var ki kadınlar ve erkekler aynıymış gibi davranmak kadınların da erkeklerin de işine yaramadığı gibi kadınlara zarar veriyor. Erkek standartlarının yarattığı bu efsaneyi kabul etmek kadınların gerçek biyolojik farklılıklarını reddetmek ve bu farklılıkların yaratabileceği sorunları çözme şansını kaçırmak demektir. Ayrıca zihinlerin farklı işleme ve buna bağlı olarak farklı algılama biçimlerini de inkâr etmektir. Erkekler tarafından belirlenmiş olan bu tür kriterlerin kabulü aynı zamanda kadın beyninin güçlü, kendi cinsiyetine özgü yeteneklerinin de görmezden gelinmesi anlamına gelir. “
hayranlıkla okudum kitabı. aslında bu şekil bir yaşam biçiminin erkeklerin de işine gelmediğini gayet güzel açıklıyor. siz bence bu kitabı mutlaka bulun okuyun derim, bu dar yerde bu noktayı biraz açmak istiyorum ben şimdi. uyanmamız gereken belki de ilk hareket noktası şudur: ilk bakışta erkeklerin standartlarını dayatması gibi görülen durumda onlar da aslında oyuna geliyor. hem de uyanması kadınlarınkinden de zor bir oyuna... kendileri önde gibi görüldüğü için hayli zor hem de. kazanan taraf sanabilecekleri için kendilerini. ve öyle sanılabilecekleri için kolayca.
şöyle bir bakın çevrenize; sistemlerin kadınlara ve erkeklere dayatması olan bu rollerde erkekler de mutsuz kadınlar da. çocuklar nasıl mutlu olsun korkunç bir çürümenin içinde büyürlerken. o ayrı bir yazının konusu olsun biz çekirdeğe dönelim. kadınla erkek sadece cinsel açıdan değil yaşamın her alanında birbirini tamamlamak üzere dizayn edilmiş harika sanat eserleri gibiler… kadın kendi olamadığında erkek de olamıyor. var olan düzen erkeklerin kendi yapısını yaşamasını da engelleyen bir yan barındırıyor çünkü. üstelik de kadına gardiyan kılınmışken… ne içiçe bir tuzak var burda düşünsenize erkeğin durumunu: içinden geçtiği gibi yapısını yaşayamadığı halde bir de üstüne üstlük kendi mutsuzluğuna giden yolun bekçisi pozisyonunda olmak…
erkeklerin kadın sorunlarına duyarlı olucam dediğinde de kendi yapısından uzaklaşıp nerdeyse efemineleştiğini görüyoruz sıklıkla. kadınlar ya sınırlar koyup bu sınırlara bekçi olan, ya da soruna duyarlı olucam derken kendi yapısından uzaklaşan erkeklerle bir yaşam kurmak seçeneği arasında kalıyorlar. erkeğin kendi güzel özelliklerini bihakkın yaşayamadığı yerde kadın nasıl kendi cins özelliklerinin hevesinde olsun, keşfinde olsun. erkek nasıl kendisi olsun.
kadınlar tarafından bakıldığında ise yaşanan şu: canı acıdıkça, görmezden gelindiği duygusu ile karşılaşıp durdukça, yaptıkları kısıtlandıkça, yaptıkları geçerli kabul edilmedikçe aslında oyuna gelen partnerine kızıp durmak, kızgınlığını ona göstermek. onda yaşamak ve yaşatmak tekrar ve tekrar… ondan alacaklı olmak hep… duyarlı yaklaşıcam diyenlerce de kadınlar anlaşılmaz şeylerdir gibi bir gizeme mahkum olup hepten anlaşılmaz kılınmak… hayır efendim kadını da erkeği de anlamak pek kolaydır. bu bakış açısının çekirdekten başlayıp tüm yaşama yayılan toplumsal ve sosyolojik yansımalarını anlamaya da buradan başlamak gerekir; olayın kökünden yani. bozulmaya başladığı ana kaynaktan. varlığımızı oluşturan en temel yapı taşından.
neden kimse bunu görmek ve göstermek istemez. acı çekmeye hatta acıdan haz almaya bağımlı mı kılınmışız ki aynı yerde dönüp durmaya devam ediyoruz. kadının da erkeğin de mağdur olmadığı bir yerde emek mağdurlukları ortaya çıkar. nasıl bir kaptırmışız ki acıyla beslenmeye bunu görmüyoruz. büyük adaletsizlikleri görmüyor, göremiyoruz birbirimizle didişmekten. istenir mi sizce bu. görmemiz istenir mi. buna uyanılsın istenir mi burda çırpınıp durmamız varken… kadınla erkeğin arası gül gibi olursa görmezler mi kendilerini gözleyen büyük gözleri. bu istenir mi sizce hiç…
yükleri tartışıp, kıyaslayıp yarıştırmak yerine aynı gemide batıyoruz; bunu görmek gerekli artık. ama asıl bizi diri tutacak kıvılcım nedir biliyor musunuz. gerekliliklerin sorumluluğu filan değil. biz ne güzel sevişirdik, ne güzel oynaşır koklaşırdık, ne güzel bir hayatımız olabilirdi… nasıl öpe seve büyütürdük çocuklarımızı, birbirimizi böyle güzel öperken… bunu derinden hissetmek gerekli ki heves edelim. hevesimiz olmalı ki güzeli kurmaya niyet edelim. niyetimizde yürümeye gücümüz olsun. haydi herkes bir kendine dönsün çağrısı işte bu oyun… hepimiz bir kendimizi keşfedelim çağrısı, aman deyim oyunlara gelmeden...
30 kasım 2018 Cuma
Saat 20.00
Şişli Nazım Hikmet Kültür Merkezi
çakıl taşları : (hatice yanık- aynur uluç - meral demir-mihriban çumralı )
fotoğraflar : şengül çifçi- mihriban çumralı