09.10.2015 akşamı İstanbul Kadıköy’de toplaşıp ilk mola yeri Mehmetçik Vakfı’nda diğer araçları bekledik.
Bu bekleyiş sırasında 100 civarı otobüs saydık. Her şehirdışı mitinglere giderken 5-7 gibi otobüs görürken bu defa çok fazla katılım olmasına çok sevinmiştik. Bu ilk mola yerinde coşkuyla halaylar çekildi bir kısmını video olarak kaydettim. Bizler Red Fotoğraf ekibi olarak da her zaman 3-4 kişi ancak çekimlere gidebilirken ilk defa 6 kişiydik. Otobüs yolculuğumuzda çok keyifli geçmişti.
Sabah saat 08.00 gibi Ankara’ya vardık. Grupların omuzladıkları pankart ve flamalarıyla birlikte Ankara Gar’ına doğru yürüdük.
Miting için grup ve sendikalar yerlerini alıp afişlerini yere sermişlerdi. Sırayla fotoğraflayarak en başa gidip geri dönmüştüm. Miting başlamadan Gar’ın tuvaletine girdiğimde müthiş bir kuyruk vardı tuvalet önünde. Kalabalığı gören tuvalet çalışanları 1 TL olan ücretlerini 1.5 TL. yapmış ve grubun tepkisiyle uygulayamamış ve bağırarak protesto seslerinden sonra kalan kişiler 1 TL. vermişti. Kuyrukta beklerken tuvaletin sol tarafında emanet dolapları görmüştüm. Buraya Ankara Gar’ına gelen tüm yolcular valizlerini alıp ya da teslim ediyorlardı. Bunu neden yazıyorum, Ankara Katliamı Gar’ın önünde oldu ve tesadüf o saatlerde Gar’a yolu düşen herkes bu patlamadan nasibini almıştır düşüncesi doğdu bende, patlama sonrasında yaşananları görünce…
09.48 de Gar’ın tam önünde mitinge hazırlanan HDP korteji seçim şarkısını araçlarında çalıyorlardı. Video kaydına geçtim. Önce sola doğru kayıt yapıyorum aslında. Ardından soldan dönüp kayda devam etmeyi düşünürken ani bir dönüşle sağa dönüp kortejin önüne doğru çekime devam ediyorum tamamen refleksle sola gitmiş olsam tam patlama ortasına girmiş olacakmışım. Öne doğru yöresel kıyafetli Kürt kadınlarını çekerken yanımda olan kadın sitem ediyor ‘hep o tarafı çektin bizi hiç çekmedin’ diyor gülümsüyor video çekimine bu kadınları alıyorum. Sonra asıl fotoğraf çekmem gerektiğini düşünüp kapatıyorum kaydımı. HDP Miting aracı ve kortejin başını çekmek için eğilip ilk kareme basıyorum, ardından sitem eden kadınları çekmeye tam yerde eğilmiş basmak üzereyken sağ tarafımdan ilk patlama sesi geliyor ardından birkaç salise gibi aralıkla solumdan patlama sesi duyuyorum. Kulaklarım fena çınlıyor ama yinede ölümler olabileceği aklıma gelmiyor o an. HDP korteji önündeki 2 sıra kadar kadın benimle birlikte neye uğradığı anlayamadan ‘kaçııınn’ sesini duyup Gar’a doğru koşuyoruz. Ankara’yı bilmediğimden Gar’ın önlerinden ayrılamıyorum. Çok az süre sonra polisin gaz sıktığından nefesimiz kirleniyor. O an olası saldırı önlemi olarak uluslarası basın kartımı bulup boynuma asıyorum. Gar’ın önüne ulaştığımın ardından video ile zoom yapınca büyük bir vahşete tanıklığım başlıyor dönüyorum videomu açıp kalabalığa doğru yürüyorum ve havuzun hemen diğer tarafında ölüleri ve yerlerdeki kan ve parçaları görüyorum. O an patlamanın verdiği can kaybının Suruç’tan kat kat fazla olduğunu gözlerimle görüyorum. Bu ilk görüntülerin ardından boynumdaki kartın gereksizliğini anlayıp çıkarıp tekrar çantama atıyorum. Vahşeti yaşadıkça aklıma gelen birlikte geldiğimiz diğer 5 fotografçı arkadaşımı aramaya başlıyorum. Telefonları cevap vermiyor. Ölen arkadaşların yüzlerine bakarak bir yandan da ağlayarak, isyan ederek video çekimlerine devam ediyorum. O arada birkaç arkadaşıma, ulaşabilenlere durumun vahşetini ağlayarak anlatmaya çalışıyorum. Fotografçı bir arkadaşım Diyarbakır mitingi vahşetini yaşadığından beni anlıyor ve orada ne görsem çekmem gerektiğini anlatıyor telefonda. Aklımın yerinde olmasına şaşarak vahşetin içinde 1 saatten fazla dolaşarak birlikte geldiğimiz arkadaşlarımı arıyorum. Bulma çabalarımda yüzü kapatılmış ölü canlarımızın yüzlerini açarak bakıyorum ağlayarak, elimden hiçbir şey gelmiyor, parçalanmış bedenlere kan izlerine basmamaya gayret gösteriyorum. Patlama sırasında yere eğilmiş olsam da koluma, sırtımdaki çantama ve çanta kenarından yeleğime kadar kan fışkırmış uzun süre o kalabalıkta dolaştıktan sonra biri kolumdaki kanları siliyor… Kızıma ulaşmaya çalışırken sanal medyaya baktığım bir an ‘oy oranlarının arttığını’ söyleyen o dönem başbakanı ile ilgili mesaja rastlıyorum, isyanım katlanarak artıyor, kahroluyorum…
Sanırım bir saat kadar sonra ekibimizden Özcan Yaman’ı görüyorum. Diğer arkadaşların mitingin ön taraflarında olduğundan patlamayı sadece duyduklarını öğreniyorum. Sonra yine dolanmaya başlıyorum ardından hastanelerde kan ihtiyacı olduğu anons ediliyor. Hastanelere doğru sora sora gitmeye çalışıyorum. 2 tanımadığım kadınla taksiye biniyorum Hacettepe hastanesine gidiyoruz. Kırpık sakallı şoför para almaya meyilliyken isyan edip, birde paramı alacaksın diye bağırıyorum adam almıyor, belki utanıyor bilmiyorum. Hastane önlerinde koşuşturma halinde yığınlar oluşmuş kan verme telaşındalar. Sadece 0 Rh (-) arandığı tekrar ediliyor. Kan veremeden yeniden diğer 5 arkadaşımızı bulmaya çalışıyorum. Hastane karşı yolunda bir kafede buluşabiliyoruz.
Hemen biten telefon ve fotoğraf makine şarjlarımı doldurmaya başlıyorum. Ankara’da oturan akrabam ve arkadaşlar geliyor eve götürmeye çalışıyorlar, yok orada şarjları doldurmaya çalışıyorum bir kısmı gidince hıçkırarak ağlıyorum yeniden … Yanımda sadece Sakine var…
Doğum fotoğrafı bile çekemeyen ben, 103 parçalanmış ve daha yüzlercesi de sakat kalan, barış yanlısı en güzel yürekli arkadaşların cesetleri arasında saatlerce dolaşmış kopmuş kol, bacak ve tam garın önüne fırlamış, saç olan parçaların belli ki kafa derisi fotoğrafı çekmiş biriydim.
Yaralı ve ambulans bekleyenleri gördüğüm kareleri neredeyse hiç çekemedim, video açıktı boyumda uçuşan görüntülerle … Gencecik bir kişinin son bakışını beyninde dondurmuş, fotoğrafını çekmeyi bile akıl edememiştim. O bakışı beynime kazımış olarak yaşayacağım. Onca insanın ölümüne sebep olanı, yapamadıklarını, mademki ölmedim; onların yapacağını yapmaya çalışarak yaşayacağım demektir, bundan sonraki yaşamımda … Belki de ondan ölmedim diye düşünüyorum.
Unutmamak için çektiğim fotoğraf ve videoları kısa aralıklarla yeniden izliyorum. İlk önceleri hep izledim hep, bir süre sonra bıraktım sürekli izlemeyi…
Bir de kan lekeleri olan yeleğim en önemli yerlere giderken o yelekle gidiyorum … O yelekteki kan izleri ile o Can’larımızı taşıyorum her gittiğim, güzel, aykırı, eğlenceli, isyankar mekanlara, yani onların artık gidip göremeyeceği her çeşit mekânlara …
Saat 17:00’de otobüslere binmemiz anons edildi. Otobüse bindiğimizde gruptan bir arkadaşın şoföre ‘bir kahve olsa da içsek’ demesine midem bulanıyor onu bir daha görmek istemiyorum …
Saat 24:00 gibi İstanbul’a varıyoruz, bir simit kafeye internetini kullanmaya giriyorum, TV’de maç var, masalarda sevgililer, arkadaşlar normal sohbetinde, hiçbir şey olmamış gibi hayat devam ediyordu, öyle kızgınlık duydum ki tarifsiz, gittikçe de duyarsızlığa tahammülsüzlüğüm artarak devam ediyor.
Kısaca artık eski ben değilim … Ama hâlâ aklım başımda(!) olmasına şaşarak yaşamaya devam ediyorum …
Fotoğraf: Yüksel Uygun