Eskiden tümümüz bir cümleye sığardık ve mutluyduk... Eskiden hepimiz bir beyaza sığardık...
Cümlenin sahipleri cümleyi ve kendini terk edince, cümlenin ve cümlemizin ışığı söndü. Birbirimizi ve hakikati görmemizi sağlayan zaman yok oldu. Şimdi yeni bir cümlenin içinde toplanıp, harflerin ve anlamların ışığını yakmanın hevesindeyiz.
Her şey bize çok yakındır ama aynı zamanda çok uzaktır. Kalbimiz kadar yakındır her şey bize, evcilleşip dilimizi evcilleştirdiğimiz kadar uzaktır. Her uzaklık yakında ve yakınlıkta saklıdır. Uzaklık “mesafe” değil iletişimsizlik yarasıdır.
Biz bunu bazen bilir bazen bilemeyiz.
Bir harf kendi başına kelime, kelime kendi başına cümle olmayı bilmez. Birbirlerine “Gelin hep birlikte cümle olalım” demezler. Onları cümle olmak için biz çağırırız. Lakin “çağıran” cümlesini terk edince başlar kış. Yaralarımız "ben beyaza gidiyorum" der. Hal böyle olunca “ben” varım “biz” varız diyemeyiz. Kendi dışında her şeyi susturan insanın anlamsız bir "gürültüden" ibaret olduğunu bilmeyiz.
Her insan hakikatin ışığında kendini inşa eder. Muhalif, sadece yeryüzünü ve gökyüzünü değil kendini de cümlelerle ve kalple ölçer. Her insan kendini başkasında ve başkasının kalbinde de sınar. İnsan, gökyüzünün altında, toprağın üstünde ikamet ettiği sürece, kalp ve vicdan insanın ölçüsüdür. Yeryüzünde olmak, göğün altında olmak, ince ince konuşmak, kalın kalın susmak demektir. Biz bunu bilmeyiz...
Bazı cümleler her zaman kıştır. Aklımızı üşütürken kalbimizi ısıtır. Biz bunu bazen bilir bazen bilmeyiz.