Taş yağmuru arasında birden “bomba” feryadı yükseldi. Aynı anda silahlar ateşlendi ve kitle yoğun bir şekilde taranmaya başlandı. Artık, Eczacılık meydanı bir can pazarına dönüşüyordu.
16 Mart 1978 katliamını üzerinden 40 yıl geçti, yaşayan canlı tanığı yok denecek kadar azaldı. Kendimi sürece ilişkin tanıklıklığımı yazmaya zorunlu hissediyorum.
İşgal kırılıyor
o1 Mart günü Merkez Binada uzun zamandır süren faşist işgali kırma kararlılığıyla yurdun dört bir yanından gelen öğrenciler topluca okula gidip derslere girmeye başlamışlardı.
Her sabah farklı güzergâhlar kullanarak güvenlik önlemleri altında grup olarak gelinen Süleymaniye’de toplanılıyor, Eczacılık sokağından geçilerek tekler ve çiftler grup olarak okula gidiyor, öğle ve akşamda aynı yoldan geri geliniyordu. Artık faşistlerin gücü kırılmaya başlamış, deyim yerindeyse süngüleri düşmüştü. İstikrarlı gidişin sürmesiyle okula giden öğrenci sayısı giderek artmaya, her siyasetin taraftarı gelmeye, tereddütteki demokrat ve tarafsız öğrenciler devrimcilerin yanında yer almaya başlayınca faşistler açısından kalabalık giderek korkutucu olmaya başlamıştı.
Artık devrimci-yurtsever öğrencilerin özgüveni geri gelmiş, psikolojik üstünlük faşistlerden geri alınmıştı.
Domino etkisi vardır, Merkez Binada etkisini kaybeden Beyazıt meydanında kontrolünü yitirirdi ve Beyazıt’ı kaybeden İstanbul’u kaybederdi. Bu gerçek faşist katliamı açıklıyor aslında. Daha sonraları öğrenildiğine göre 1 Mart’ın hemen sonrasında katliam planlarını devreye koymuşlardı.
Küllükten gelip gitmenin kolaylığı nedeniyle Merkez Bina girişinin sol tarafında yer alan merdivenler ile Ana Kapı arasında hemen Eczacılık karşısına İstanbul’un tüm faşistleri sıralanıp giriş çıkışlarda sopa ve taşlarla saldırıya başlamışlardı. Zaman zaman kesilse de hemen her çıkışta taşlar havada uçuşuyor, Eczacılık sokağına biriken devrimci öğrenciler de arkadaşlarını korumak ve saldırıyı püskürtmek için karşılık veriyorlardı.
Hukuk amfilerinde faşistlerin cüret edemeyecekleri düşünülen “15 gün geleceksiniz 16. Gün gelemeyeceksiniz!” tehditlerine pek anlam verilememişti.
Kadırga yurdunun bize tahsis edilen bölümünde ilk odada Serhan, Burhan, Dr. Mehmet ve ben kalmaktaydık. Her sabah olduğu gibi 16 Mart sabahı da Burhan muhteşem bet sesiyle leylim ley türküsünü söyleyerek tüm katı uyandırdı ve faşistlerin üssü durumundaki Küllüğün hemen arkasındaki Denizli yurdunda toparlanıp 100 civarı arkadaşla güvenlik altında Süleymaniye’ye geçtik.
Hukuk Fakültesinin kuralıydı, tekler ilk dönem sabahçı, ikinci dönem öğlenci, çiftlerde tersi olurdu. O dönemde çiftler sabahçı biz tekler öğlenciydik.
Çiftlere Eczacılık Sokağı sonuna kadar eşlik ettik, meydanda her zamankinin aksine derin bir sessizlik hakimdi, görünürde ne faşist ne de onları koruyan polis vardı, kapıda bile her zaman birkaç mangayla duran Frukoların yerine birkaç ürkek görevli vardı. Sonradan arkadaşların anlatımına göre okulda da faşistler yokmuş.
Öğle çıkış saatinde karşılamak ve olası saldırıya karşı durmak ve arkadaşlarımızı karşılamak için bir grup Eczacılık önüne doğru hareket ettik.
Günlük rutinde Eczacılık başına kadar eşlik eden polis o gün normalden hızlı bir şekilde –adeta sürerek- kapıya kadar beraber gelip, kapıdan geri dönüyor. Bu durum öğrencileri kuşkulandırıyorsa da yapacak başka bir şey olmadığından savunmasız bir şekilde duvar dibinden gelecek taşlardan korunmaya çalışarak ilerliyorlar. Gene faşistler merdiven başına sıralanarak yoğun bir şekilde taş atmaya başlıyor. Çıkış saatinden 5-10 dakika erken olması, karşılayıcıların henüz yetişememiş olması savunma zaafına yol açıyor.
Taş yağmuru arasında birden “bomba” feryadı yükseldi. Aynı anda silahlar ateşlendi ve kitle yoğun bir şekilde taranmaya başlandı. Artık, Eczacılık meydanı bir can pazarına dönüşüyordu. Her şey birkaç dakika içinde olup bitti.
Saldırganların arkasından koşan Pol-Derli bir kaç polisi ise karanlık güçlerin meşhur komiseri Reşat Altay durduruyordu.
Yetiştiğimizde Rektörlük binasının duvarları arkadaşlarımızın kanı ile kıpkırmızı olmuştu. Arkadaşlarımız süratle hastanelere kaldırdı.
Abdullah Şimşek(TİP), Baki Ekiz(İGD), Cemil Sönmez(TİKP), Hamit Akıl(TİP), Hatice Özen(Dev-Genç), Murat Kurt(İGD),Turan Ören(İGD) hayatını kaybetmiş, 41 arkadaşımızda yaralanmıştı. O dönemin tüm öğrencileri de yanı başlarında arkadaşlarının ölüp sakat kalmasının acısını ve bu faşist saldırının izlerini ömür boyu taşıyacaklardı. (Ölen arkadaşların siyasi yanlarını isimlerinin yanına özellikle yazıyorum ki sonunda Merkez Binada faşist işgal kırılmasındaki çok ağır bedeli hepimizin ödediğini göstermek mümkün olsun.)
Kan bedeliydi bu, kuşağımızın yiğit evlatları bunu hayatı pahasına ödedi.
Arkadaşlarımız hastanelere kaldırıldıktan hemen sonra, beş arkadaş rektörlük binasına girdik. Yüz ifadelerimiz artık ne haldeyse daha çalmadan bütün kapılar açılıyordu. Rektör bizi sakinleştirmeye çalışsa da bunu başarması mümkün değildi. Merkez binayı bizim temsilen işgal ettiğimizi, Eczacılık sokağındaki ve diğer okullardaki öğrencilerin güvenle giriş yapması için polisin okuldan çıkarılıp kapının bize teslim edilmesini, forum düzenleyip cenaze törenlerinden sonra okulu boşaltacağımızı, hiçbir malzemeye zarar verilmeyeceğini, amfiler dışındaki bölümlere geçiş yapılmasına izin vermeyeceğimizin garantisini verince rektör anahtarı bize verip polis şeflerine okulu boşaltmaları talimatını verdi. Artık okul bizimdi, beş kişiyle okulu işgal edip polisten arındırmıştık.
Yarın 24 saat sürecek Merkez Bina işgali başlıyor.