Sosyalizmin bilinçli ve yürekli savunucusu Mustafa Özenç, 39 yıl önce, 12 Eylül Askeri Darbesinin ardından 20 Ağustos 1981 tarihinde sabaha karşı Adana Cezaevi’nde idam edilerek katledildi.
1959 yılında Samsun’da dünyaya gelen Mustafa Özenç, ilk ve orta okulu Samsun’da tamamladı. 1977’de Yüksek Mühendislik Okulu için Adana’ya giden Özenç, devrimci mücadelesini burada sürdürdü. Okulunda ve yaşadığı mahallede faşist baskıların kırılmasında büyük rol oynayan Özenç, 12 Eylül Askeri Darbesinin ardından 20 Ağustos 1981 tarihinde sabaha karşı Adana Cezaevi’nde idam edildi.
20 Ağustos 1981 sabah 03:00 sularında Adana Cezaevi’nde idam edilen Devrimci Yol militanı Mustafa Özenç’in hücresinde kaleme aldığı şiiri:
O BÜYÜK GÜN GELDİĞİNDE
O büyük gün geldiğinde
Ben kimbilir kaç yıldan beri
Ebedi yatağımda toprağın derinliklerinde
Sonsuz bir uykuda olacağım
Fakat aslında her zaman beklediğim haberi
Uyanıp sesimi kimse duymasa da
O büyük zaferin tarifsiz coşkusuyla
Kuru toprağın altında ben de haykıracağım
Unutup geçmişte kalan acı günü
Kimbilir belki bir kış günü
Üzerimi yorgan gibi kaplayan
Bembeyaz karın keskin soğuğunda
Ya da sonbahar mevsiminde
Kemiklerime işleyen yağmurun sesinde
Duyacağım.
Ve milyonları saran o doyumsuz sevince
Ben de sessizce ortak olacağım.
Mevsim ilkbahar, sıcak bir yaz olsa da
Gece gündüz farketmez
Ben her zaman hazırım.
Adımın yazıldığı taş bile yok olsa
Kalmamış ta olsa bu dünyada mezarım
Hatırlayıp tek canlı gelmese de başucuma
O müjdeyi ben doğadan alacağım.
Nasırlı ellerle yaratılan o görkemli bayrama
Hiç kimse farketmeden ben de katılacağım.
Mustafa Özenç'in ailesine yazdığı son mektubu:
“Sevgili Babacığım
Hepinizi ne kadar sevdiğimi bilirsiniz. Sizin de beni ne derece sevdiğinizi ve en iyi şekilde yetiştirmek için ne çok çaba ve fedakârlıklar gösterdiğinizi de biliyorum. Sizlere bu satırları yazmamın nedeni kendinizi bu konuda suçlamamanız içindir. Siz bana karşı görevinizi fazlasıyla yerine getirdiniz. Bu yüzden sizi kimsenin suçlamaya hakkı yoktur. Buna yeltenenler olursa, bilin ki onlar bile bile, ya da bilmeyerek bu sömürü düzenine köleliği savunanlardır..
Ben yolumu kendim çizdim. Şu veya bu şekilde, kişisel hırs ve çıkarlar uğruna düzene sadık köleliği değil: emekten ve emekçiden yana olmayı, sermaye ve onun egemenliği ile sömürüsüne dayalı düzene karşı mücadeleyi seçtim. Yürüdüğüm yolun ne kadar sarp, engebeli, dolambaçlı olduğunu da biliyordum. Çünkü sömürücü sınıf emperyalizme göbeğinden bağımlı, çıkarları emperyalizmle aynı yönde ve devlete egemendi. Bu egemenlik ve saltanatı sürdürebilmesinin temel koşulunu; baskı ve şiddete dayalı politika ve bunu tamamlayan yalan, demagoji v.b. propaganda oluşturuyordu.
Zaten hiçbir zaman istikrara kavuşmayan, emperyalizme bağımlı, çarpık kapitalist düzenin açmazları derinleştikçe; baskı ve şiddet o ölçüde artmaktaydı…
Nitekim önce sivil köpeklerini halkın üzerine saldılar. Okulları, işyeri ve mahalleleri faşist zorbalara işgal ettirerek, geniş emekçi kitleleri, demokrat aydın ve öğrencileri köleleştirmeye çalıştılar. Katliamlar yarattılar. Olan bitenleri “anarşi ve terör” diye açıklayıp, sınıf mücadelesini örtbas etmeye kalktılar. Bütün bunlar yetmedi. Sivil sıkıyönetim, bölgesel sıkıyönetim ve arkasından 12 Eylül… Emekçi sınıf ve tabakalarının kazanılmış tüm haklarının ortadan kaldırıldığı bir ortam. Her şey önceden hazırlanmış bir oyunun parça parça sahnelenmesi idi. Her sahnede baş rol oyuncuları değişiyordu. Ve Türkiye emekçi halklarının devrimci mücadelesinin yükselmesini önleyemedi. Hiçbir zaman da önleyemeyecektir.
Ben ve daha yüzlerce kişinin öldürülmesi, ülkemizde yaşanan sınıf savaşını durduramayacak ve bu savaş, bu bozuk düzen tüm pislikleriyle tarihin çöp sepetine atılıncaya kadar sürecektir.
Sizlere veda mesajı olarak yazdığım bu satırları bitirirken, tek isteğim sabır ve iradenizi koruyarak; bu olayı bir aile faciasına dönüştürmemenizdir. Hepinize sonsuz selâmlar, saygılar ve sevgiler.
Elveda…”