Kalorifer borusuna kelepçeli günlerimizdeydi, 12 Eylül cuntasının kan kokusu almış köpek balığı gibi solu yoketmeye çalıştığı günlerdeydi, şubeye gelenin gidenin hesabı yoktu.
Günün yorgunluğuna, sakat olan omuzun ağrı durumuna göre, her gece bir bölümü çalakalem yazılmaya çalışılan, 12 Eylül sürecini, tanıklıkları kaleme almanın, tanık olunanların bizimle beraber göçüp gitmemesi için çok gerekli diye düşündüğümüz masumane anılardır.
Yanı başımızdan kan revan içinde, bir çuval gibi sürükleyerek alıp götürdükleri ve bir daha haber alınamayan hep yirmili yaşlarda kalacak yiğit arkadaşlarımızın destansı direnişlerini hatırlatmak anılarını canlı tutmak için, kalorifer borusuna kelepçeli haftalar aylar geçirenlerin kardeşliği adına yazmaktayım.
Kalorifer borusuna kelepçeli günlerimizdeydi, 12 Eylül cuntasının kan kokusu almış köpek balığı gibi solu yoketmeye çalıştığı günlerdeydi, şubeye gelenin gidenin hesabı yoktu.
Askıdan yeni indirilmiş kollarım tutmaz halde boruya kelepçelenmiş kendime gelmeye çalışıyordum. Gene bir dolu insanı gözleri bağlanmış odaya doldurdular, 'çömelin öyle bekleyin sıranız gelince alacağız!' dediler. Henüz yeni alındıkları kıpır kıpır hareketli enerjik oluşlarından belliydi. Gözbağının aralığından görebildiğim kadarıyla genç insanlardı.
Dışardaki durumları sorabileceğim birilerine bakınırken, biri 'aaa Kerim sende mi buradasın!' deyip bir sevinç bağırtısı kopardı. Bu da kim demeye kalmadan nöbetçi-postacı polis sesleri duyup içeri girdi ve hem kadın arkadaşın hem de benim suratıma tekmeyi yapıştırdı. Kadın bir arkadaştı ve Beyazıttan tanışıyorduk, polis tekrar dışarı çıkınca yanıma sokuldu, elleri kelepçeli değildi, tutmayan kollarıma masaj yaptı, canıma can katmaya çabaladı. İnsanların dışarıda durumumdan haberdar olduklarını söyleyince daha bir güç, direnme azmi geldi. hızlı hızlı durumları aktardı, ben de ona tabii ki. Eğer salınırsa dışarıda muhtemel ailemin beklediğini onlara sağ olduğumu haber vermesini istedim. Bunda çok isabet ettiğimi şube giriş kaydımın savcılığa çıkarken yapıldığını görünce anladım.
Bir süre sonra kadın arkadaşı aldılar, rasgele okuldan alındığını söylemişti, sanırım serbest bırakıldı, dışarıda görüşürüz diye sözleştik. Benimle konuşabilmek için dayak yemeyi göze almasını, kollarıma masaj yaparak can vermeye çalışmasını hiç unutmayacağım ki bu son görüşüm olmuştu.
Aradan yıllar geçti, bir Cumartesi günü Galatasaray meydanında Cumartesi Annelerinin eyleminde kayıp yakınlarının tuttuğu fotoğraflardan birine dikkatle baktım, Lütfiye Kaçar'dı. İşkencehanede hissetmediğim kollarıma masaj yapıp can vermeye çalışan Lütfiye... 1994 Ekim ayında gözaltında kaybedilmişti. Süleymaniyede oturup çay içip sohbet edeceğiz diye kavilleşmiştik oysa diğer binlerce kaybedilen gibi, iki karanfil bırakabileceğim bir mezarı bile yoktu. Buradan Lütfiye'lere selam olsun diyelim...
Tüm Lütfiye'lere selam edip, bekleme odasında masaya kurulup acılı Adana kebabı yiyen şefleri hayırla yad edip, yarın anlatmaya devam etmek üzere sakat omuz arası verelim.