Bursa Su Kolektifi, Tayyip Erdoğan imzasıyla çıkarılan Turizm Teşvik Kanunu'nun sermaye talanının önünü açtığını söyledi.
Kanunun iptal edilmesini isteyen yaşam savunucuları, "Muhalefet partilerini zaman kaybetmeden Anayasa Mahkemesinde iptal davası açmaya davet ediyoruz" dedi
Bursa Su Kolektifi, Tayyip Erdoğan imzasıyla 28 Temmuz’da Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren, Turizm Teşvik Kanunu’nu Bursa’da protesto etti.
Bursa İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü önünde Turizm Teşvik Kanunu’na, orman yangınlarına ve iktidarın rant politikalarına karşı bir araya gelen yaşam savunucuları adına açıklamayı Figen Ovat ve Caner Gökbayrak okudu.
Son yıllarda orman alanları içerisinde maden, taş ocağı, RES, termik santraller, mega projeler, doğa turizmi ve benzeri gerekçelerle oluşan yapı işgallerinin hızla arttığını belirten Figen Ovat, Kuraklığın, sellerin, COVID-19’un, müsilajın ve en son olarak hala durdurulamayan orman yangınlarının kapitalist sistemin Neoliberal politikalarının son hediyesi olduğunu söyledi.
Ormanlara, yanan orman alanlarına, milli parklara, meralara, kıyılara turistik otel ve tesislerin yapımına olanak sağlayan son Turizm Teşvik Kanunu değişikliklerini kabul etmediklerini söyleyen yaşam savunucuları, Bu değişikliğin geçmişte Maden Kanunu’nda yapılan değişiklikte olduğu gibi doğal alanlarda turizm adına yağma ve talana dönüşeceğine, su kaynaklarının hortumlanıp kirletileceğine inandıklarını vurguladı.
Açıklamayı okuyan Ovat, “neoliberal politikalar gereği ormanlık alanlar üzerinde 1982 Anayasa değişikliği ile başlatılan ve bu güne kadar birçok kez yapılan yasa değişiklikleri ile tırmandırılan talan politikası, nihayet 28 temmuzda yasalaşan turizm teşvik yasası ile sermayeye talanı katliam boyutuna ulaştırabilmenin yolunu açmıştır” dedi.
Sermaye talanı
Figen Ovat ve Caner Gökbayrak tarafından okunan ortak basın açıklamasının tamamı şöyle:
Günlerdir yanan ormanlar ve yok olan ekosistem için içimiz kan ağlıyor. Tabiat varlıklarını meta olarak gören kapitalist sistemin Neoliberal politikalarının bize son yıllardaki hediyeleri; kuraklık, seller, Covid-19, müsilaj ve en son 100 bin hektardan fazla alanın yandığı ve hala durdurulamayan orman yangınları”Son yıllarda sayıştay raporunun da ortaya koyduğu üzere orman alanları içerisinde maden, taş ocağı, RES, termik santraller, mega projeler, doğa turizmi ve benzeri gerekçelerle oluşan yapı işgalleri hızla artmıştır. Son 12 yılda orman alanları içerisinde 52 binden fazla tesise izin verilmiştir, böylece ormanlık alanlarda habitat parçalanması artmakta, insan haraketliliğinin artması ile birlikte yaban hayat ve su kaynakları olumsuz etkilenmekte hem de yangın riski oluşmaktadır.Neoliberal politikalar gereği ormanlık alanlar üzerinde 1982 Anayasa değişikliği ile başlatılan ve bu güne kadar birçok kez yapılan yasa değişiklikleri ile tırmandırılan talan politikası, nihayet 28 temmuzda yasalaşan turizm teşvik yasası ile sermayeye talanı katliam boyutuna ulaştırabilmenin yolunu açmıştır.
Devletin koruması altında olan yerler talana açıldı
2004 yılında AKP Hükümeti sermayeye destek amaçlı kanun düzenlemelerinden en önemlisini Maden Kanunu’nda yaptı. Bu değişiklikle ülkemizin doğal ve kültürel koruma altındaki tüm alanları maden ocağı işletmelerinin talanına açıldı, 17 yıl sonra bugün gelinen noktada ülkemizin yüzölçümünün üçte ikisi maden alanı olarak maden şirketlerinin talanına terk edilmiş durumdadır.
Turizm Teşvik Kanunu 2004’te Maden Kanunu değişikliğiyle benzer özellikler taşımaktadır. Anayasanın halk adına devletin koruması altına aldığı ormanlarımız, milli parklarımız, kıyılarımız ve meralarımız bu son değişiklikle otel ve diğer turizm yatırımlarının talanına açıldı.
Cumhurbaşkanlığı kararı ile turizm teşvik alanlarının belirlenmesi ve bunlar üzerindeki tasarruf, turizm ve kültür bakanlığına devredilmiştir. Ayrıca sermaye yatırımlarına bugün doğayı korumaktan uzak olsa da en azından belli bir kontrol işlevinin görülmesine yarayan ÇED kontrolünden de muafiyetin sağlanmasının yolu açılmıştır. Orman yangınları ile turizmin temel öğeleri olan doğal alanlar ve İassos Antik Kenti gibi koruma alanı olan antik bölgeler çok büyük tehdit altında iken orman alanlarının yeni tesisleşmelerle Kültür ve Turizm Bakanlığı aracılığı ile talana açılması biz doğa ve emeğin safında yer alanlar açısından çok büyük bir çelişki ancak sermaye açısından tam da Neoliberal politikalarının gerekliliğidir.
İktidar hiçbir önlem planı almamış
Kanun değişikliği 28 Temmuz günü Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi. Tesadüf bu ya; tam da o gün ülkemizin en turistik bölgeleri olan Akdeniz ve Ege Ormanları’nda bir kaç noktada birden başlayan orman yangınları ile tarihe geçti.
Daha önceki AKP Hükümetlerini biz, yanan orman alanlarını büyük otel inşaatlarına izin vermeleriyle tanıdık.Hızla büyüyen yangınlara orman yangınları söndürülmesinde çok etkili olan havadan müdahale gerektiği gibi yapılmadı. Çürümeye terk edilen THK yangın uçakları hangarlarda bekletilirken hava desteği teklif eden ülkelerin yardım talepleri sanki yangınların sönmesi istenmiyor gibi ya red edildi ya da bekletildi.Ortaya çıkan acı gerçekler iktidarın ülkemiz coğrafyasında doğal olan orman yangınları için hiçbir önlem planının olmadığını ortaya sermiştir. Orman emekçilerimiz, yangın söndürme emekçilerimiz yöre halkı ve ülkenin dörtbir yanından yardıma koşan gönüllüler yaşamları pahasına bütün varlıklarını yangınları söndürmek için ortaya koyarken iktidar ancak seyirci kalmıştır.
“Yaşam alanları yok olurken seyirci kalan yetkililer istifa etmeli”
Orman yangınları ile ilgili hiçbir planlama yapmadığı anlaşılan ve yangınları kontrol altına alamayan, yaşam alanları yok olurken sadece seyirci kalan tüm yetkililer derhal istifa etmeli ve yargılanmalıdır.Kanun değişikliği ile koruma altındaki doğal alanlara yapılacak turistik tesisler yalnızca doğal alanı yok etmekle kalmayacak, Türkiye’deki onlarca örnekte ve yanı başımızda Uludağ Milli Parkı’nda olduğu gibi otellere ve tesislere bol miktarda su o doğal alan içindeki su kaynaklarından karşılanmak zorunda kalınacaktır.Ormanda doğal su kaynaklarının oteller ve tesisler tarafından hortumlanması da değildir sadece su kaynaklarına verilecek zarar, sularımız turistik tesislerde keyfe keder kirletilerek arıtılmadan ormanda derelere boşaltılarak derelerimiz henüz daha doğal alan içinde akarken kirletilecektir. Orman içindeki tesislere gerekli denetimler yapılamayacak, yetersiz ve niteliksiz arıtma tesisleri kurmak ta yeterli olmayacaktır.
“Bizler omuz omuza yaralarımızı saracağız”
Orman, Milli Park, meralara yapılacak otel ve turistik tesisler için gerekli yol ve enerji hatları da ormanda büyük miktarda ağaç kesimine, yangın tehlikesine, doğal su kaynaklarının kaybına neden olacak, orman ve milli park habitatında büyük yıkıma ve bozguna sebep verecektir. Tüm bu nedenler ve daha sayamadığımız pek çok neden, ormana neden turistik tesis, otel yapılmaması gerektiğini ortaya koymaktadır.Biz Bursa Su Kolektifi olarak, ormanlara, yanan orman alanlarına, milli parklara, meralara, kıyılara turistik otel ve tesislerin yapımına olanak sağlayan son Turizm Teşvik Kanunu değişikliklerini kabul etmiyoruz. Bu değişikliğin geçmişte Maden Kanunu’nda yapılan değişiklikte olduğu gibi doğal alanlarda turizm adına yağma ve talana dönüşeceğine, su kaynaklarımızın hortumlanıp kirletileceğine inanıyoruz.Bu noktada muhalefet partilerini zaman kaybetmeden Anayasa Mahkemesinde iptal davası açmaya davet ediyoruz.Metnimizi Prof. Dr. Beyza Üstün’ün şu sözleri ile bitirmek istiyoruz; ‘Başaramayacaklar, canımızı yaksalar da yaşam alanlarına kurulamayacaklar. Bizler omuz omuza yaralarımızı saracağız, yaşamı yeniden öreceğiz. Sermayenin ve siyasi iktidarın planlarını bozacağız.’
Sendika.Org