İnsanlar öğretiyor... Aldatarak. Yalan söyleyerek. Riyakarlık ederek. Üç kuruşluk çıkarları için adeta insan suretinde başka bir "şeye" dönüşerek... Ve o insanlar bazen "en yakınızda" sandığınız, bazen bir zamanlar çok sevdiğiniz insanlar da olabiliyor. Acıyorsunuz. Sızlıyorsunuz. Kanıyorsunuz. Ve en çok da şaşıyorsunuz, hayret ediyorsunuz, ne diyeceğinizi bilemez oluyor ve kendinize kapanıp lanet okuyorsunuz; "Değer mi?" diye hayıflanarak... Değer mi, bir gün toprak olacağını bile bile bu denli basitleşmeye, pespayeleşmeye...
"Değmez" de ne yapacaksınız? Oyunun kurallarını koyacak durumda değilseniz hele ki...
Hayat ve insanlar üzerine düşünmekten ya "erecek" ya da kafayı çizeceğim bu gidişle. Sonunu ("sonumu" mu demeliydim yoksa?) ben de merak ediyorum doğrusu...
Kerbela sohbeti ve Aşure
12 İmam orucu günlerinde, Burgazada Cemevi'nde düzenlenen Kerbela sohbetleri etkinliğine katıldım. Etkinliği Alevi Düşünce Ocağı düzenlemişti. Öncesinde Cemevi'nin mütevazı aşevinde orucumuzu açtık, lokma paylaştık. Bu tür etkinliklerde taşıdığınız "sıfat"ın, titrinizin bir önemi yoktur. İnancımız gereği böyledir. Herkes "can" olarak bir aradadır. Bu yüzden oruç açmadan önce yapılan konuşmalarda orada bulunan "titr" sahibi bazı kişilerin (birisi de naçizane "yazar" sıfatıyla ben idim) adlarının anılmasından, doğrusu, hiç hoşnut olmadım. Lokmayı veren can dışında kimsenin ne adının anılmasına ne de teşekküre gerek vardı. Tabii ki cemevi yetkililerinin iyi niyetlerinden hiçbir kuşkum yok; sağ olsunlar var olsunlar. Ama bunu söylemeden de geçemezdim... Kerbela sohbetinde de çok anlamlı sözler edildi, düşündüren deyişler söylendi. Gecikmiş olarak buradan da sağolsunlar demeyi ihmal etmemek gerek...
12 İmam orucu ardından aşureler kaynatıldı, paylaşıldı. Bunu bir Muharrem ayı geleneği olarak sürdürenler arttı. Güzel bir şey kuşkusuz. Ne var ki bazıları aşureyi anlamından uzak bir "gelenek" olarak sürdürüyor, adeta "aşure partisi" şeklinde yapıyorlar. Canları sağolsun. Ama aşure kaynatmak, dağıtmak, Kerbela faciasının ardından bir umudun habercisi ve umuda, inanmaya dairdir. Komşularla dedikodu yapmak için yeterince "gün" ve "gerekçe" var iken, aşure kaynatanın bunun anlamını bilmesi gerekir kanısındayım. Tabii ki kimsenin niyetini sorgulamak, yargılamak haddimiz değil. Benimkisi sadece bir "gözlem" ve hatırlatma diyeyim...
Ya siyaset?
Geçen bir gazeteci arkadaşımla karşılaştım; "Hocam yazmıyorsun bir yerde?" dedi. "Nerede mesela?" diye karşılık verdim. Sustu, gülümsedi, nicedir "işsiz" olduğumu hatırlamıştı.
Önceleri şaka ile karşılık veriyordum bu tip sorulara; "Çok sayıda öneri var, teklif var, bizde yazsana diye. Değerlendiriyorum işte" şeklinde. Artık espri yapmıyorum. Tadı yok. Kimselerin bir yerlerde yazmıyor oluşumun eksikliğini hissettiğini de sanmıyorum doğrusu. Siyaset de yazmıyorum bu arada. İçimden gelmiyor. Hayata ve insana dair düşündükçe anlamsız ve basit geliyor günlük siyasi analizler yapmak. Ama izliyorum elbette. Alışkanlık. Ve ister istemez önemli. O yüzden "yazmayacağım işte" diye tutturuyor da değilim. Bakalım... Hayat devam ediyor.