“Kadına yönelik şiddet ve tacizi besleyen söylem ve uygulamalardan vazgeçilmelidir.İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasa etkin bir şekilde uygulanmalıdır.ILO 190 sayılı sözleşme onaylanmalıdır.”
DİSK Kadın Komisyonu – KESK Kadın Meclisi – TMMOB Kadın Çalışma Grubu – TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu, yaptıkları ortak açıklama ile Sermayenin saldırıları ve iktidarın emek düşmanı politikaları nedeniyle çalışma hayatının koşullarını her geçen gün ağırlaştığını, kadınlar olarak bu kötüye gidişten ve egemen politikalardan, tüm kriz dönemlerinde olduğu gibi içinden geçtiğimiz küresel salgın döneminde de çok yönlü etkilendiklerini söyledi.
Dört kurumun kadın Komisyon ve Meclisi, “Emeğimizin değersizleştirilmesine, cinsiyet eşitsiz iş bölümüne, ayrımcılığa dur demek için, işyerlerindeki şiddet, cinsel taciz ve mobbingin son bulması için, salgın nedeniyle güvencesiz, taşerona bağlı çalışan kadınların işten atılmasının son bulması için, salgın koşullarında kadın işçi sağlığının hiçe sayılmasına dur demek için, ve her zaman her koşulda emeğimize, bedenimize yönelik sömürüye, şiddete karşı mücadelemizi sürdüreceğimizi ifade etmek için, örgütlü mücadelemizi büyütmek için mücadele edeceğiz” dediler.
Açıklamada aynen şöyle denildi:
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Cinsiyet Eşitliği ve Çeşitliliği Şube uzmanlarının Nisan ayında yayınladığı bir açıklamaya göre, sağlık ve sağlığa bağlı tüm işlerde çalışanların yüzde 70’i kadınlardan oluşuyor. Salgınla mücadele ettiğimiz bugünlerde, tüm dünyada sağlık, perakende, gıda, tarım, bakım ve temizlik işleri gibi hayatın devamını sağlayan tüm ücretli, ücretsiz işlerde kadın emeği daha da merkezi bir konuma geldi.
Hizmet sektöründe, sağlık ve perakende alanında ücretli çalışan kadınların iş yükü artmışken; imalat sektöründe kadın işsizliği ve yoksulluğu öne çıkmaktadır. Tekstil sektöründe uluslararası hazır giyim şirketleri siparişlerini kestikleri için bunlara üretim yapan tedarikçi fabrikalar kapanmış ya da üretimlerini durdurmuştur. Buralarda çalışan pek çok kadın işten çıkarılmıştır. Sayısı 1 milyonu bulan ev işçisi kadının neredeyse tamamı salgın sürecinde işsiz/gelirsiz kalmış, çalışanlar ise daha da düşen ücretlerle ve salgına karşı hiçbir koruması olmadan güvencesiz bir şekilde çalışmak zorunda kalmaktadır. Tarım istihdamının ana gövdesi olan kadınların yoksulluğuna ve salgına karşı korunaksız çalışma koşullarına karşı hiçbir önlem alınmamıştır. Öte yandan, temel ve zorunlu hizmetler ve üretimler olmamasına karşın sermayenin bekası için fabrikalarda, madenlerde, şantiyelerde çalışmalar devam ettirilmektedir. Bu çalışma alanlarında virüs daha çok yayılmakta, başta işçiler, üretken emek olmak üzere, toplumun sağlığı tehlikeye atılmaktadır. Bu işyerlerinde güvencesiz olarak çalışan kadınlar işten çıkarılma tehdidi ile karşı karşıya kalmaktadır.
DİSK-AR Nisan 2020 İşsizlik ve İstihdam Görünümü Raporu’na göre kentsel genç kadın işsizliği yüzde 32’ye dayanmış durumdayken, Covid-19 salgınıyla, özellikle geçici, güvencesiz, kayıt dışı alan ve sektörlerdeki üretim daralması ve işten atılmalar sonucu kadın işsizliğinin daha da artması beklenmektedir. Ekonomik krizin eşitsiz bir biçimde, en önce ve en çok yoksullaştırdığı kadınlar, salgın krizinden de en fazla etkilenen toplumsal kesim olmaktadır. Kırılgan, eşitsiz koşullarda istihdam edilen kadınlar, ataerkil ilişkilerin, cinsiyetçi iş bölümünün hâkim olduğu çalışma hayatında tutunmaya, ayakta kalmaya, yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktalar. Sadece emek piyasasında tutunmaya değil, eşit ve adil koşullarda çalışmak için de mücadele ediyorlar. İşlerin erkek işi-kadın iş olarak ayrımı devam ederken, kadınlar daha çok çalışmasına rağmen daha az ücret almakta, cinsiyetli emek sömürüsü gerçekleşmekte ve kadınların yoksulluğu daha da artmaktadır.
OHAL Kanun hükmünde kararnameleri (KHK) ile ihraç edilen, ekonomik, siyasi ve temel hak ve özgürlükleri gasp edilen emekçiler içerisinde, kadınlar, ihraç sonrası toplumun dayattığı cinsiyet rollerine hapsolmaya zorlanmışlardır. Çalışma hakkının ihlali ile, emek hayatından dışlanan kadınlara sistem eve kapanmak dışında bir seçenek bırakmamıştır. Bu süreçte hane içi yükleri, karşılıksız ve görünmez emek süreçleri daha da yoğunlaşmıştır. İhraç edilen kişilerin hayatlarını idame ettirebilmek için yaptıkları işler genellikle kayıt dışı, geçici ve düşük ücretlidir. Bu geçici işlerin de ancak imkanlar ölçüsünde bulunabildiği göz önüne alındığında bu sınırlı ölçüdeki gelir getirici işlerin, kriz ve salgın sürecindeki ekonomik koşullar içerisinde gerçekleştirebilme ihtimali hiç kalmamıştır.
Kadın emeğinin en önemli sorunlarından biri olan kayıt dışı çalışmayla ilgili hiçbir adım atılmamaktadır. Kadın istihdamının yüzde 34,4’ü kayıt dışı iken, 1 milyon 9 bin kayıt dışı çalışan kadına salgın günlerinin kuralsız çalışma koşullarında yeni kayıt dışı çalışan kadınların da ekleneceği ortadadır.
Güvencesiz çalışma biçimi olan ev eksenli çalışma kadınlar arasında yaygındır. Göçmen kadınlar sağlık, barınma, eğitim gibi temel haklardan yoksun biçimde güvencesiz çalışma koşulları içerisinde en kötü halde ve emek süreci içerisinde her türlü istismara açık durumdadır.
Salgın sürecinde, kadının ev içi yükü de kadına yönelik de şiddet artmaktadır. Salgın günlerinde uzayan vardiyalara ek olarak kreşlerin, okulların, bakım evlerinin kapatılmasıyla birlikte ev içi işler ve bakım işleri en az iki katına çıkmıştır. Bu durum dışarıda zorunlu işlerde çalışan kadınları aynı zamanda yoğun fiziksel, duygusal ve zihinsel baskı altında da bırakmaktadır. Evde kalma, bir yandan toplumsal cinsiyet eşitsizliğini katmerleştirirken bir yandan da kadına yönelik tüm şiddet türlerini de arttırmaktadır.
Sağlık sektöründeki kadın çalışan yoğunluğu dikkate alındığında, kadınlar salgınla mücadele sürecinde daha yoğun, yorucu ve uzun süreli çalışma koşulları, kişisel koruyucu giysi ve ekipmanla çalışmanın getirdiği sıkıntılar ve mesleki hastalık/ bulaş riski ile karşı karşıyadır.
Covid-19 salgını sırasında ücretli ve ücretsiz emek alanında yaşanan cinsiyet temelli artan sorunlara yönelik politikalarımızı yeniden oluşturmak zorundayız. Bunun için;
Kadına yönelik erkek şiddeti yaşamın her alanında kadınları tehdit ediyor. Mevcut siyasi iktidarın toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştiren politikaları ve söylemleri kadına yönelik şiddeti besliyor. Çalışma alanlarında kadınların karşı karşıya kaldığı şiddet ve cinsel taciz, mobbing kadının insan haklarının ve çalışma hakkının ihlalidir. Şiddetten ve tacizden arındırılmış işyerleri her kadının en temel hakkıdır. Bu amaçla,