Cumartesi Anneleri eyleminin 761. haftasında gözaltında kaybedilen 73 yaşındaki Abdülkerim Yurtseven, 18 yaşındaki Mikdat Özeken ve 13 yaşındaki Münür Sarıtaş’ın akıbetleri soruldu. Haberin Videosu
KERİM EREN
Cumartesi Anneleri eyleminin 761’inci haftası da İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi’nin Beyoğlu’nda bulunduğu Çukurlu Çeşme Sokak’ta polis ablukası altında gerçekleşti.Gözaltında kayıpların fotoğraflarının taşındığı eyleme bu hafta CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu destek verdi.
GÖZALTINA ALINDIKLARI İNKAR EDİLDİ
Haftanın basın metnini gözaltında kaybedilen Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak okudu. Ocak, Abdülkerim Yurtseven, Mikdat Özeken ve Münür Sarıtaş dosyasıyla ilgili şu bilgileri paylaştı:
“73 yaşındaki Abdülkerim (Şemsettin) Yurtseven, 18 yaşındaki Mikdat Özeken ve 13 yaşındaki Münür Sarıtaş Hakkari Yüksekova’ya bağlı Ağaçlı Köyü’nde yaşıyordu. 27 Ekim 1995 günü Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul komutasındaki Yüksekova Komando Taburuna bağlı askerler Yüksekova’ya bağlı Ağaçlı Köyü’ne baskın düzenledi. Askerler köylüleri dipçikleyerek, yaşlı insanları yerlerde sürükleyerek köy meydanında topladı. Meydandakiler sıra dayağından geçirildi. 73 yaşındaki yürüme zorluğu çeken Abdülkerim Yurtseven, 18 yaşındaki Mikdat Özeken ve 13 yaşındaki Münür Sarıtaş gözaltına alınarak askeri araçla Yüksekova İlçe Jandarma Taburuna götürüldü.
Onları sormak için tabura giden aileleri, Mikdat’ı kanlar içinde gördü. Binbaşı Yurdakul, gözaltına alınanlar için 24 saat gözaltında tutulacaklarını söyledi. Aileler daha sonra tabura gittiğinde ise ‘kimseyi gözaltına almadık, bir daha buraya gelmeyin’ diyerek itiraz eden aileleri tehdit etti. Ailelerin yaptığı tüm başvurular sonuçsuz kaldı. 3 köylü için tüm resmi kurumlar ‘gözaltına alınmamışlardır’ cevabını verdi.”
KENDİ KAZDIKLARI MEZARA GÖMÜLDÜLER
Ocak, gözaltı işlemini gerçekleştirenler arasında bulunan itirafçı Kenan Bilgiç’in anılarını yazdığı kitapta bu olayı şöyle anlattığını belirtti:
“Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul talimatıyla, askerler üç köylüyü döverek arabalardan birine bindirdi. Dayak o kadar şiddetliydi ki. Yüksekova’daki tabura ulaşmadan yolda köylülerden yaşlı olanı ölmüştü. Tabura gelince Uzman Çavuş’un biri telaşla koşarak yanımıza geldi. Binbaşıya ‘Komutanım köylülerden biri öldü’ dedi. Binbaşı Uzman Çavuş’a, ‘Peki diğer iki köylü onun geberdiğini gördü mü’ dedi. Uzman Çavuş gördüğünü söyleyince, Binbaşı tereddütsüz bir yüz ifadesiyle, ‘Diğer ikisini de gebertin’ dedi. Askerler Binbaşının talimatıyla diğer iki köylüyü Yüksekova Tabur Komutanlığı atış poligonunun olduğu bir yere götürüp, ellerine kazma kürek vererek kendileri için mezar kazdırdı. Binbaşının talimatıyla kurşuna dizilen köylüler kendi kazdıkları mezara gömüldü.”
“SOMUT ADIM ATILMADI”
Yüksekova Komando Taburunda görevli bir askerin terhis olduktan sonra Abdülkerim Yurtseven’in dövülerek, Mikdat Özeken ve Münir Sarıtaş’ın ise Binbaşı Yurdakul’un talimatıyla itirafçı Kahraman Bilgiç ve Yüzbaşı Nihat Yiğiter tarafından kurşuna dizilerek öldürüldüğünü açıkladığını belirten Ocak, “Tanıklara ve itiraflara rağmen sorumlular hakkında açılan dava 12 Kasım 1999 tarihinde delil yetersizliği gerekçesiyle kesin beraat hükmü İle sonuçlandı. Ailelerin yaptığı temyiz başvurusu Yargıtayca reddedildi ve beraat kararı onaylandı. İç hukuktan sonuç alamayan aileler davayı AİllM’e taşıdı. Dava 2003 yılında sonuçlandı, AKP hükümeti AİHM’e yaptığı savunmada suçu kabul ederek, 3 kişinin kaybolması nedeniyle üzgün olduğunu belirtti ve kayıplarla ilgili etkin soruşturma yapmayı taahhüt etti. Ancak üzerinden 16 yıl geçmesine rağmen somut hiç bir adım atmadı” dedi.
“ÇOCUKLUĞUM DEDEMİ ARAMAKLA GEÇTİ”
Abdülkerim Yurtseven’in torunu Emrah Yurtseven, onlarca köylünün gözleri önünde gözaltına alınan dedesinin gözaltına alındığının yıllarca reddedildiğini kaydetti. Dedesi kaçırıldığında 4 yaşında olan Yurtseven “Çocukluğum onu aramakla geçti. Hiçbir zaman yılmadık, davamızın peşinde olduk” dedi. 2003 yılında AİHM’e taşıdıkları davada etkin soruşturma yürütmeyen Türkiye’nin mahkum edildiğini belirten Yurtseven, buna rağmen etkin bir soruşturma başlatılmadığının altını çizdi. Sorumluların hukuk çerçevesinde yargılanarak cezalandırılmasını istediklerini ifade eden Yurtseven, Galatasaray Meydanı’nın da Cumartesi Anneleri’ne açılmasını istedi.
“TESCİLLİ KATİLSİNİZ”
Ardından gözaltında kaybedilen Abdullah Canan’ın oğlu Tayyip Canan söz aldı. Devletin bu baskılarla insanlara ‘düşünmeyeceksiniz’ dediğini ifade eden Canan, “73 yaşındaki bir köylü amcamız gözaltına alınıyor. Köyden Yüksekova’ya getirilene kadar öyle bir işkence ediliyor ki. Olaya tanıklık eden ve 13 yaşında bir çocuk Münür Sarıtaş ve 18 yaşındaki Mikdat Özeken olaya tanıklık ettikleri için kendilerine mezarları kazdırılıyor ve kazdıkları mezara kendileri gömülüyor” dedi.
17 Ocak 1996’da babası Abdullah Canan’ın da aynı işkencelerden geçirilerek katledildiğini söyleyen Canan, “Bazen sözler boğazımızda düğümleniyor ama bunları da anlatmak zorundayız. IŞİD’in insanlara yaptıklarının aynısını bizlere yaptılar. O katil binbaşıya, yüzbaşıya ve itirafçıya sesleniyorum; ‘Sizler katilsiniz, tescilli katilsiniz. Bir de utanmadan anılarını yazıyor. Aslında söylenecek o kadar söz var ki artık konuşmak bile istemiyoruz. Lanetliyoruz onları” diye konuştu.
KAÇIRILANLARIN YENİ SORUMLUSU KİM?
CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu da şunları belirtti:
“Zorla kaybetmelerin yeni sahibi AKP’dir. 90’lardaki pratik için benim sorumluluğum yok diyordu son 4-5 yıldır olan kayıplardan AKP sorumludur. Kaçırılan Özgür Kaya’nın davasını takip etmek için Ankara Adliyesi’ne gittim. Duruşmanın nerede yapılacağını hakim de yazı işleri müdürü de bilmiyor. Eşi burada annesi burada babası burada. Ankara Adliyesi’ndeyim avukatım milletvekilim insan hakları komisyonu başkan vekiliyim duruşmanın nerede yapılacağını öğrenemedim istediğiniz kadar yargı reformu yapın bir adliyede duruşmanın nerede yapılacağını annesinden babasından saklıyorsanız hangi yargıdan söz edeceksiniz. Yargı da kaybetmeler de devletin bir paydaşıdır.”
“CUMARTESİ ANNELERİNİN ETKİSİ BÜYÜK”
Öte yandan, Şubat ayından bu yana kendisinden haber alınmayan ve geçtiğimiz hafta Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde ortaya çıkan Mustafa Yılmaz’ın eşi Sümeyye Yılmaz’ın gönderdiği mektup okundu. Mektupta şu ifadelere yer verildi:
“Eşim hayattaymış bu haberi duyduğumda dünyalar benim oldu. 245 günün ardından eşimle ilk görüştüğüm yerin avukat görüşme odası olmasının bir anlamı yoktu. Ben eşimin hayatta olduğunu öğrendim ve bunda Cumartesi Anneleri’nin etkisinin çok değerli olduğunu düşünüyorum. Cumartesi Anneleri eylemini zorla kaybedilme olaylarının duyulmasında bir dönüm noktası olarak kabul ediyorum. Acılar paylaşıldıkça azalır sevinçler paylaşıldıkça çoğalır. Ben sevincimi sizinle paylaşmak istedim.”