6 Eylül 2014 tarihinde meydana gelen asansör kazasında 10 işçinin yaşamını yitirdiği Mecidiyeköy’deki konuşma yapan Çerkezoğlu’na açılan davada beraat kararı verildi.
6 Eylül 2014 tarihinde meydana gelen asansör kazasında 10 işçinin yaşamını yitirdiği Mecidiyeköy’deki Torunlar İnşaat önünde yapılan eylemde konuşma yapan DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu’na açılan davanın ilk celsesinde beraat kararı verildi.
İstanbul 15. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından, 2911 Sayılı Toplantı Ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu madde 28/1’e aykırı davranmaktan dolayı Arzu Çerkezoğlu’na açılan davanın ilk duruşması bugün (7 Nisan 2016 Perşembe) görüldü.
Savunmasına “Burada sanık olarak ‘savunma’ vermekten hicap duyuyorum” diyerek başlayan Çerkezoğlu, “Eğer tüm bu yaşananlar karşısında bütün bunları yapmasaydık ve sessiz kalsaydık, bu ülkede her yıl iş cinayetlerinde yitirdiğimiz yüzlerce işçi arkadaşımıza, onların ailelerine, çocuklarına, işçi sınıfına ve bu ülkeye karşı suç işlemiş olurduk” dedi.
Katliamın yaşandığı gece olay yerine gittiğinde polis barikatıyla karşılaştığını söyleyen Çerkezoğlu, barikatı aştıktan sonra karşılaştığı manzarayı anlattı. İşçilerin milyon dolarlık rezidansın otoparkı olarak tasarlanan, havalandırması ve penceresi olmayan bir yerde yaşadığını ve adeta bir toplama kampını andırdığını belirten Çerkezoğlu, “Eğer tek bir işçinin bile iş cinayetinde yaşamını yitirmesinin önüne geçecekse, hiç durmayın, bugün ilk duruşmada bize ceza verin” dedi.
İş cinayetlerinde birinci dereceden sorumluluğun siyasi iradede olduğunu belirten Çerkezoğlu, dönemin Başbakanı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ve diğer yetkililerin yargı önüne çıkarılması gerektiğini belirtti.
Görülen duruşma sonunda beraat kararı veren hakim, açıklamanın ifade hürriyeti kapsamında görülmesi gerektiğini, isnat edilen suçun unsurlarının oluşmadığını belirtti.
DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu’nun savunmasının tam metni:
İSTANBUL 15. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ’NE
Ben Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK’in Genel Sekreteriyim. 6 Eylül 2014 tarihinde eski Ali Sami Yen Stadı üzerine Torunlar GYO tarafından yapılan inşaat esnasında 10 inşaat işçisinin asansör faciasında yaşamını kaybetmesi üzerine, ertesi gün DİSK, KESK, TMMOB, TTB’in çağrısı ile olay mahallinde gerçekleştirdiğimiz basın açıklaması sırasında yaptığım konuşma nedeniyle başlatılan soruşturma sonucunda açılan dava nedeniyle buradayım.
Öncelikle belirtmek isterim ki, böyle bir olay nedeniyle suçlanmaktan ve bu konuda mahkemenizde sanık olarak “savunma” yapmaktan hicap duyuyorum. İstanbul’un göbeğinde milyon dolarlık bir rezidans inşaatında, üstelik de çalışma saati olmayan gece geç saatlerde 32. kattan yere çakılan bir asansörün içerisinde 10 işçi kardeşimizin göz göre göre yaşamını yitirmesine tepki göstermek, bunun için basın açıklamasına insanları çağırmak ve bu olayı protesto etmek suç olamaz. Eğer tüm bu yaşananlar karşısında bütün bunları yapmasaydık ve sessiz kalsaydık, bu ülkede her yıl iş cinayetlerinde yitirdiğimiz yüzlerce işçi arkadaşımıza, onların ailelerine, çocuklarına, işçi sınıfına ve bu ülkeye karşı suç işlemiş olurduk.
Türkiye’de iş cinayetleri artarak sürerken, hiçbir gerçek sorumlu yargılanmaz ve hesap vermez iken, Genel Sekreteri şahsında işçilerin örgütü olan DİSK neye ve kime göre kanuna aykırı olduğu belli olmayan bir basın açıklaması nedeniyle yargılanıyorsa, söyleyeceğimiz ilk söz şudur: Eğer tek bir işçinin bile iş cinayetinde yaşamını yitirmesinin önüne geçecekse, hiç durmayın, bugün ilk duruşmada bize ceza verin.
Eğer bu konuda bizden yana bir suç aranacaksa, ya da tarih önünde verilecek bir hesap varsa, o da tarihin bu anında ülkemizde sermeye kesimi her gün bizim alınterimiz ve yaşamlarımız üzerinden karına kar katarken, siyasi iktidar tüm düzenlemeleri ve icraatlarını sermayeden yana yaparken, sınıfa karşı açılmış bu kanlı savaşta, işçi sınıfının yanıtını üretememiş ve iş cinayetlerini önleyememiş olmamızdır.
O günleri hatırlayalım, Soma’ da ölen 301 madencinin katliamı karabasan gibi toplum üzerinde dururken, İstanbul’un ortasında Mecidiyeköy’de, park ve depremden korunma alanı olarak düşünülen bir alanda başka bir katliam yaşandı… Bu alana rezidans olarak yapılan Torun Center’da 10 işçi asansörün 32. kattan düşmesi sonucu yaşamını yitirdi.
6 Eylül gecesi faciadan kısa bir süre sonra gece 23.30 sıralarında konfederasyon görevlisi arkadaşlarımızla birlikte inşaat alanına gittik. Emniyet güçlerinin barikatını aştıktan sonra içeride gördüğümüz manzara korkunçtu. Milyon dolarlık residansın otoparkı olarak tasarlanmış, yerin 4 kat altında bir alanda üstü basık, havalandırması ve penceresi dahi olmayan bir yerde, inşaatta çalışan 1500 işçi yaşıyordu. Yaşam alanları son derece sağlıksız, penceresi olmayan ışık almayan, insanın yaşamasının mümkün olmadığı bu alanda işçiler 24 saat yaşıyor ve çalışıyorlardı. Temizlik denilen bir şey söz konusu değil, yatakhanelerde inşaat malzemeleri, harç malzemeleri yatağın yanı başında duruyor, yaşanılan yer depo gibi kullanılıyor. Banyolar, tuvaletler, yemekhaneler anlatılır gibi değildi. İşçilere reva görülen adeta bir toplama kampını andıran bu ortam yaşanan facianın gerekçelerini de apaçık ortaya koyuyordu.
Televizyonda ölen işçileri suçlayan konuşmalarını izlediğim Torunlar İnşaat’ın sahibine de şöyle seslenmiştim: “İşçileri böyle bir ortamda yaşatıyorsanız ve bunu reva görüyorsanız ; bırakın asansörü falan, kazma kürek sallamayı, inşaatta çalışmayı, bir gün 24 saat kalın o işçilerin yaşadığı koşularda. Yattıkları yerde yatın, yemek yiyin, tuvalete gidin, banyo yapın. Gerçek tablonun ne olduğunu siz de göreceksiniz.”
Evet, 10 işçi inşaat asansöründe yaşamları hiçe sayıldığı için, en temel güvenlik tedbirleri alınmadığı ve yeterli denetimler yapılmadığı için, sorumluluk sahibi yetkililerin tümünün gözü rant dışında hiçbir şey görmediği için öldüler… Evet o gün o inşaatta, aralarında okul harçlığını çıkarmak için çalışan üniversite öğrencilerinin de olduğu 1500 işçiden 10’u onların yaşamıyla bir asansör vidası arasında fark görmeyen bir zihniyetin kurbanı oldular.
Ben de bu işçi katliamını protesto etmek, sorumlulardan hesap sormak, ölenlerin yakınlarına sahip çıkmak için yaptığımız basın açıklaması sırasında bir konuşma yaptım. Bu açıklamada özetle : “Bu cinayetin sorumlusu her yeri şantiyeye çeviren iktidar ve sermayedir. Bu cinayetin sorumlusu sermaye ve ona kol kanat geren AKP hükümetidir. Bu cinayetin sorumlusu; her fırsatta kentin boş alanlarını betonlaştırmakla, ormanları, kıyıları, ne varsa imara açarak ülkeyi koca bir şantiyeye çevirmekle övünenler, işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda alınması gereken tedbirleri ise birer maliyet unsuru olarak ele alanlardır.
Taşeron çalıştırma ve bunun sonucu olarak işçilerin eğitim ya da donanımdan yoksun bırakılmaları ölüm nedenlerinin başında geliyor. Diğer bir neden ise, devletin sermayeye bir maliyet unsuru olarak gördüğü işçi sağlığı, iş güvenliğine yönelik alması gereken tedbirleri sürekli sermaye lehine yeniden düzenlemesidir. Deyim yerindeyse, işçinin eli kolu bağlanıyor, taşerona, sendikasızlaştırmaya, güvencesiz çalıştırmaya mahkûm ediliyorken, sermayenin denetimi yok edilerek, her hareketi serbestleştiriliyor.
Sermaye açısından işçi sağlığı ve güvenliğinin ekonomi-politiği, rekabet ve birikime engel olmamasıdır. Ama aynı zamanda, işçi sağlığı ve iş güvenliği alanının rekabet ve birikimin sağlanabileceği piyasa ilişkileri içinde yer almasıdır.
Ülkemizde her yıl en az 1200-1500 arası çalışan iş cinayetlerinde yaşamını yitirmektedir. AKP iktidarı ile Türkiye “İş kazaları”nda dünyada 3., Avrupa`da 1. sıraya yükseltmiştir.
Çalışma yaşamını, iş yasaları ve mevzuatlarını, katılımcı ve demokratik bir yaklaşımla, her kademedeki emekçilerin sigortasız ve güvencesiz bırakılmasını önleyerek, sendikasızlaştırmayı değil sendikalı olmayı özendirerek, kayıt dışı çalıştırmayı engelleyerek, insanca bir yaşamı sürdürecek ücretle çalışılmasını sağlayarak düzenlenmesi hükümetin görevidir. Bu yapılmadığı takdirde ölen her bir işçinin sorumlusu sermeye ve bu önlemleri almayan hükümettir.
Ve bu konuda önerilerimizi sıraladık: İş cinayetlerinin artışına neden olan taşeron çalıştırma derhal yasaklamalıdır.
İşçi sağlığı ve iş güvenliğini piyasaya devreden iş güvenliği yasası kaldırılmalı, tüm denetim yetkisi emek ve meslek örgütlerine verilmelidir.
And olsun ki; insanca yaşayacağımız bir ülke ve bir dünya kurana dek mücadele edeceğiz” temalı bir konuşma yaptım.
Ülkemizde ortalamanın üstünde bir büyüme oranı yakalayarak, “büyümenin lokomotifi” olarak gösterilen inşaat işkolunda yaşanan iş cinayetleri ortadayken ve Torunlar katliamı davasında tutuklu sanık da kalmamışken, DİSK Genel Sekreteri olarak bu konudaki bir açıklamam, bu iş cinayetini protesto etmek amacıyla basın açıklaması yapmam nedeniyle yargılanmam manidardır.
Hızla büyüyen inşaat sektöründe %40’ın üzerindeki kayıt dışı istihdamın sorumluları bellidir. TÜİK verilerine göre sektörde bir yılda 100 bin iş kazası gerçekleşiyor olmasının sorumluları da bellidir.
Yine TÜİK verilerine göre inşaat sektöründe yılda 90 binin üzerinde işçinin meslek hastalıkları dahil işe bağlı sağlık problemi yaşamış olmasının sorumluları bellidir.
Sektörde 2002’den bu yana ölen işçi sayısının ikiye katlanmış olmasının sorumluları bellidir.
2012 yılında 279 işçinin öldüğü inşaat işkolunda 2015 yılında ölen işçi sayısının 426’ya çıkmasının sorumluları bellidir.
Gerçek sorumlular işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerini maliyet olarak gören patronlar ve bu cinayet düzeninin sürekliliğini sağlayan, en hafif ifadeyle bu cinayet düzenine göz yuman siyasi iradedir.
Bu dava vesilesiyle, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güveliği Kanunu’nda da tanımlandığı gibi, bütün bu ölümlerden ,ülkede meydana gelen her iş cinayetinden birinci derece sorumlu olan dönemin Başbakanı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı başta olmak üzere tüm sorumlu ve yetkililerin yargı önüne çıkartılması gerekliliğini ifade etmek istiyorum.
Türkiye’de iş cinayetleri sürerken, hiçbir gerçek sorumlu hesap vermez iken, Genel Sekreteri olmam nedeniyle şahsımda işçilerin örgütü olan DİSK bugün sanık sandalyesine oturtulmuştur.
DİSK, ülkemizdeki üç işçi konfederasyonundan biri olup, Dünya ve Avrupa’da örgütlü ITUC ve ETUC ‘un üyesidir. Çalışma hakkının ve iş güvencesinin yaşama geçirilmesini, daha ileri sosyal ve ekonomik haklara ulaşılmasını, çalışma, dinlenme, beslenme ve barınma koşullarının iyileştirilmesini, iş kazaları ve meslek hastalıklarına karşı gerçekçi ve köktenci önlemler alınmasını sağlamak, bu amaçla gerekli girişimlerde bulunmak, DİSK’in tüzüksel görevi olduğu kadar, yasalar ve uluslararası sözleşmelerden kaynaklanan hakkıdır. DİSK’in Genel Sekreteri olarak da bu doğrultuda davranmak benim görevim ve sorumluluğumdur.
İş cinayetlerine karşı mücadele etmek birlikte açıklama yaptığımız Kamu çalışanlarının üst örgütü KESK’in; hekimlerin üst örgütü TTB’nin; Mimar ve mühendislerin üst örgütü TMMOB’un da görev ve sorumluluğudur.
Esasen, bu dava iş cinayetlerinin gerçek sorumlularını örtbas etmeyi amaçlamakta, gerçekte iş cinayetlerinin sorumlularını sanık sandalyesine oturtmak yerine, iş cinayetlerine karşı mücadele eden işçi ve emekçi örgütlerini yargılamaktadır.
Bu nedenlerle, bu yargılamanın konusunu oluşturan herhangi bir suç işlemediğimi ifade ediyor, beraatimi talep ediyorum.