Eğitim Sen Genel Başkanı Feray Aytekin Aydoğan, performans sistemine neden karşı olduklarını anlattı:
Eğitim-Sen MEB’in ve eğitim emekçilerinin gündeminde olan “Eğitimde Performans Değerlendirme ve Sınav Sistemi” hakkında bugün Mülkiyeliler Birliği’nde bir basın toplantısı gerçekleştirdi. Basın toplantısına Genel Başkan Feray Aytekin Aydoğan, Genel Mali Sekreter Ahmet Karagöz ve Genel TİS – Hukuk Sekreteri Ebru Yiğit katıldı.
Genel Başkan Aydoğan, yaptığı açıklamada performans sistemine neden karşı olduğuklarını şöyle açıkladı:
Kamuda performans değerlendirmesine dayalı, esnek ve güvencesiz bir istihdam sistemi oluşturmak, iktidarın uzun süredir gündemini oluşturuyor. 6 Temmuz 2012 tarihli resmi gazetede yayımlanan 10. Kalkınma Planı (2014-2018) içinde kamu istihdam rejimi ile ilgili olarak belirlenen iki hedeften (esnek çalışma ve işlevsel performans değerlendirmesi) biri olan performans değerlendirme uygulamasının Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde bütün öğretmenlere yönelik olarak uygulanması için hazırlıklar büyük ölçüde tamamlandı ve MEB Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan ‘Öğretmen Performans Değerlendirme ve Aday Öğretmenlik İş ve İşlemleri Yönetmeliği’ taslağı hazırlandı.
9 Haziran 2017 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren “Ulusal Öğretmen Strateji Belgesi 2017-2023”, hedefleri arasında yer alan 15-19 arası eylem hedefleri, eğitimde performans değerlendirme uygulamasının amaçlarını açıklıyor. Bu eylem planları:
Öğretmen yeterliliklerinde bilimsel, objektif ve evrensel standartlar yerine, öğretmenleri her açıdan baskı altına alacak olan ‘Performans değerlendirme’ uygulamalarının benimsenmesindeki ısrar, MEB’in asıl amacının ne olduğunu açıkça göstermektedir. Öğretmenlerin mesleki yeterliliklerini arttırmak için piyasacı yöntemleri hayata geçirmek, onları objektifliği tartışılır sınavlar, değerlendirmeler ve testlere tabi tutmak, ağır performans baskısı altında angarya çalışmaya yönlendirmektir.
MEB’in hayata geçirmeye çalıştığı performans değerlendirme sisteminde öğretmenler, her yıl öğrenci, veli ve eğitim yöneticilerinin değerlendirmesi ile karşı karşıya kalacak. Bakanlık 4 yılda bir düzenleyeceği sınavla öğretmenlerin ‘mesleki yeterliliklerini’ ölçecek.
Öğretmenlere verilecek performans puanının, yüzde 25’ini müdür notu, yüzde 15’ini veli notu, yüzde 15’ini öğrenci notu, yüzde 20’sini zümre öğretmenlerinin notu, yüzde 15’ini diğer öğretmenler ve yüzde 10’unu da öz değerlendirme puanı oluşturacak. Öğretmenlerin sınava girdikleri yıl performans puanlarının yüzde 30’unu sınav notu oluşturacak.
Güvencesiz olarak istihdam edilen sözleşmeli öğretmenlerin sözleşmelerinin yenilenmesinde, eğitim yöneticileri atanmalarında, ek hizmet puanı verilmesinde, yurt dışı görevlerde, başarı belgesi alımında ve öğretmenlikte kariyer basamaklarında yükselmede performans değerlendirme sistemi kullanılacak. Performans değerlendirmesinden düşük not alan öğretmenler hizmet içi eğitimlere katılıp, her yıl yapılacak olan sınava girecekler.
Eğitim ve öğrenme sürecinin etkin oluşturucusu olan öğretmenlerin, donanımlı bir eğitim ortamında çalışabilmesi için gerekli eğitsel altyapıyı hem tutum hem bilgi düzeyinde edinebilmesi, öncelikle öğretmenlerin, dolayısıyla eğitimin niteliğinin arttırılması ile doğru orantılıdır. Eğitim sisteminde yaşanan çok yönlü sorunlar, eğitim sisteminin niteliğinin sorgulanır hale gelmesine neden olmuş; eğitimin niteliğinde yaşanan bozulmasının sorumlusu olarak öğretmenler sürekli olarak hedef gösterilmiştir.
Öğretmen yetiştirme ve atama sistemini ‘Performans’, ‘Rekabet’, ‘Verimlilik’, ‘Kariyer’, ‘Kalite’ vb gibi piyasacı kavramlar üzerinden oluşturmak isteyen MEB’in piyasada faaliyet yürüten bir ticari işletme gibi hareket ederek ‘İnsan Kaynakları Yönetimi’ anlayışını referans alan mevcut zihniyetiyle ne öğretmenlerin, ne de eğitimin niteliğini yükseltmesi mümkün değildir.
MEB, her ne kadar öğretmenlerin ‘yalnızca eğitim ve öğretim işini gerçekleştiren teknik elemanlar’ değil, ‘öğrencilere ve topluma rol model olacak insanlar olarak görüldüğünü’ ifade etse de, bakanlığın öğretmen yeterliklerini belirlerken tıpkı bir ‘şirket yönetimi’ gibi davrandığını, öğretmenlik mesleğinin tamamen piyasacı ve rekabetçi bir mantıkla ele aldığını görmek mümkündür. Bu nedenle MEB’in hayata geçirmek istediği performans değerlendirme sistemi ile öğretmenlerin mesleki yeterlilikleri arasında somut bir ilişki ya da bağ kurmak mümkün değildir.
Öğretmenlerin gelişimi ve mesleki yeterliliklerinin sağlanmasının temel koşulu, onların yaptıkları işi anlamlı bulmalarına, mesleki özerkliğe sahip olmalarına, okul ikliminin sağlıklı, özgür ve demokratik olmasına bağlıdır. Bu temel özelliklerin olmadığı bir ortamda, eğitime ilişkin her soruna eğitim biliminin değil, iktidarın siyasal ideolojik ihtiyaçları doğrultusunda yaklaşan bir anlayışla öğretmenlerin ve eğitimin niteliğinin artmasını beklemek mümkün değildir.
MEB tarafından hayata geçirilmeye çalışılan performans değerlendirme sisteminin ve dört yılda bir yapılması planlanan sınavın dayandırıldığı herhangi bir yasal dayanak söz konusu değildir. Öne sürülen tek dayanak ‘Ulusal Öğretmen Strateji Belgesi’dir.
MEB gerçekten öğretmenlerin mesleki yeterliliklerini gözleyerek gereksinim duyulan gelişim alanlarını tespit etmek ve buna bağlı hizmet içi eğitim faaliyetleri planlamak istiyorsa tüm öğretmenleri sınava almasına gerek yoktur. Çok daha az sayıda öğretmenden oluşacak bir örneklem grubu ile aynı hedefe ulaşılabilir. Tüm öğretmenlerin yapılması planlanan merkezi sınava alınacak olmasının dolaysıyla ardında yatan asıl gerçeklik sınav ve buna bağlı olarak oluşacak performans notunun çeşitli alanlarda kullanılarak istenen rollere ve davranışlara sahip “öğretmenin” oluşturulması.
MEB’in iddia ettiği gibi ‘öğretmenlerin niteliğini arttırmak’ ve ‘mesleki yeterliliklerini ölçmek’ hedefi ile bütün öğretmenlerin dört yılda bir merkezi sınava tabi tutulması uygulamasını bağdaştırmak mümkün değildir. Böylesi bir uygulama ile ne öğretmenlerin niteliğini arttırılması, ne de mesleki yeterliliklerin objektif olarak değerlendirilmesi söz konusudur.
Kimlerin değerlendirici olarak süreçte yer alacağı dikkate alındığında, değerlendiriciler olarak süreçte yer alacak kesimlerin genişliği dikkat çekmektedir. MEB’in mevcut haliyle uygulamayı düşündüğü, öğretmen, öğrenci ve velilerin hepsinin değerlendirme sürecine dahil edildiği şekliyle bir performans değerlendirme uygulaması dünyanın hiçbir ülkesinde bulunmamaktadır.
Performans ve Sınav değerlendirmesinin sonuçlarının kullanımı açısından da MEB’in öngördüğü işlevlere bırakın benzer yakın bir örnek dahi her hangi bir ülkede mevcut değildir.
MEB’in performans değerlendirme sisteminde öğretmenlerin yaptıkları işin niteliğinden çok ‘yüksek performans’ üzerinden bireysel değerlendirmeye tabi tutulması, okullarda herkesin birbirinin ‘rakibi’ olduğunu düşüncesinin gelişmesine ve iş barışının bozulmasına neden olacaktır. Bu uygulamanın okullarda görev yapan eğitim emekçileri ile diğer öğretmenlerin, okul yöneticilerinin, ilçe milli eğitim müdürlüğü, il milli eğitim müdürlüğü vb ile ilişkilerde mutlak bağımlılık ilişkilerini (yaranma, tabi olma, hoş görünme vb) daha da geliştirmesi kaçınılmazdır.
Böylesi bir uygulama öğretmenin iktidara, işverene olan bağımlılığını artıracak; iş güvencesinin sürekli tehdit altında olmasından dolayı da istenilen ve belirlenen rolleri oynamak zorunda bırakılacaktır. Amaçlanan kamusal bir hizmet olarak eğitimi üreten, kamu emekçisi kimliğine sahip öğretmen yerine iktidarın hedeflerine ulaşmasında araç haline getirilen eğitimin, edilgen unsurlarından biri olma rolünü sıkışan ve bunu kabullenen öğretmenler üzerinden ‘makbul öğretmen’ kimliğinin yaygınlaştırılmasıdır. Bu anlamda atılan her adım, öğretmenlerin halkın değil, iktidarın çıkarlarına göre çalıştırılmasını gündeme getirecektir.
Eğitimde performans değerlendirme uygulamasının pek çok yönden öğretmenleri öğrenciler ve velilerle karşı karşıya getirmesi gündeme gelecektir. Öğrencileri ve velileri birer ‘müşteri’ olarak gören piyasacı mantığı eğitim sürecinin her aşamasında gündeme gelmesi, okullarda yaşanan kutuplaşma ve ayrışmaları daha da derinleştirecektir.
Siyasi iktidarların bir bütün olarak sorumluluklarını göz ardı etmesi; eğitimdeki nitelik sorunlarını öğretmenler üzerinden tanımlaması; adeta faturayı onlara çıkarması da öğretmenlik mesleğini itibarsızlaştırarak özenilecek bir meslek olmaktan uzaklaştırmıştır. Öğretmenlik mesleğini özenilen itibarlı bir meslek haline getirmek; nitelikli öğrencileri eğitim fakültelerini tercih etmeye yönlendirmek için mezun öğretmen adaylarının kadrolu atanmasına; çalışma koşullarının iyileştirilmesine; iş güvencesi kaygılarının giderilmesine ve ihtiyaca uygun mesleki gelişim desteği sağlanmasına bağlıdır.
Öğretmenlere performans değerlendirmesi adı altında puan verilmesi ve bu puanların değerlendirme ölçütü olarak kullanılacak olması, eğitimde yeni çatışmaların ortaya çıkmasına neden olacaktır. MEB’in asıl hedefi, öğretmenlerin performansını ölçmek bahanesiyle, eğitimde ücretli, sözleşmeli ve güvencesiz istihdamı yaygınlaştırmak, uzun vadede eğitim emekçilerinin sınırlı iş güvencesini ortadan kaldırmaktır.
Eğitimde başarının arttırılması için uygulandığı iddia edilen performans değerlendirme uygulamalarının mülakata dayalı sözleşmeli öğretmenlik uygulamasının hızla yaygınlaştığı, on binlerce ücretli öğretmenin güvencesiz olarak çalıştırıldığı, siyasi-ideolojik müdahalelerle sürekli değiştirilen eğitim sistemine en küçük bir katkı sunması mümkün değildir.
Öğretmenlik mesleği eğitim süreçleri, atanma sorunları, çalışma koşulları, iş güvencesi açısından yaşanan kaygılar, yetersiz maaşlar nedeniyle giderek değersizleştirilmiştir. Öğretmenlik mesleğini daha da itibarsızlaştırması kaçınılmaz olan eğitimde performans değerlendirme uygulamasına karşı ayrım gözetmeksizin bütün eğitim emekçileri ve örgütlü oldukları sendikalar ortak mücadele etmelidir.