"'Gerçekten kayıp mı?' Veysel Güney'in resmi olarak idam edilmesine rağmen cenazesinin ailesine teslim edilmemesine savcı da şaşırmıştı.
ETHEM DİNÇER
İdamdan 25 yıl sonra Veysel'in kardeşi Ayhan'la birlikte şikayet dilekçelerimizi verdiğimiz savcı, dilekçeyi okuyunca hayret etmiş ve 'gerçekten kayıp mı?' diye sormuştu. Bir devlet görevlisi bile idam edilen birinin cenazesinin kaybedilmesine inanamıyordu!
Veysel Güney, 10 haziran 1981'de idam edilmişti ve ailenin idamın ilk günlerindeki çabası dışında her hangi bir arama girişimi olmamıştı.
78 dernekleri kurulduğunda dört ana hedef koymuştu önüne.'Geçici 15. maddenin kaldırılarak darbecilerin yargı önüne çıkarılması, memnu hakların iadesi, geçmişin güncelleştirilmesi ve dayanışma' 78'lilerin 'dörtlemesi' olarak adlandırılıyordu.
Mersin 78'liler derneği 'geçmişin güncellenmesi' çabasında öncü dernekler arasında yer aldı. 1 mayıs 1977 katliamının yeniden soruşturulması, Kızıldere katliamının yeniden soruşturulması, 16 mart katliamı davasına müdahil olunması, gözaltında öldürülen Ali Uygur dosyasının yeniden açılması gibi pek çok konuda basın açıklamaları yapıldı, savcılıklara başvurular yapıldı.
Dernekteki bir toplantıda Veysel Güney'in mezarı gündeme geldi ve bu mezarı bulmak için çaba harcanmasına karar verildi.
Dört kişilik bir komisyon kuruldu dernekte ve komisyon araştırmalar yapmaya başladı.
Bir iki kitapta yer alan küçük bilgiler dışında bilgiye ulaşılamadı. İnternet aramalarında 'Veysel Güney' yazdığınızda sadece 4 ( dört) link çıkıyordu.
Komisyon, idamın gerçekleştiği kent olan Gaziantep'te 'resmi başvurular' yapma kararı aldı. Aileyle bağlantıya geçildi, dilekçeler hazırlandı.Dilekçelerin ölüm yıldönümünde verilmesi kararı alındı.
Veysel Güney
Kamuoyu oluşturabilmek için dernek başkanı tarafından yazılan ilk yazı 'Sesonline' internet sitesinde yayınlandı.'Birgün'de küçük bir haber yapıldı. O dönem çok etkili bir gazete olan 'Radikal'de çalışan bir gazeteciye ulaşıldı, radikal haberin üzerine gitti ve olayı manşetten yayınladı.
Radikal'de haberin çıktığı gün mersin'den otuza yakın arkadaş Gaziantep'e resmi başvuruları yapmak için hareket ettik. Malatya'dan da Veysel'in kardeşi Ayhan ve kuzeni Yılmaz Antep'e geldiler. Antep adliyesinin önünde Antep'ten de arkadaşların katılımıyla hem basın açıklaması yaptık hem de Veysel'i aradığımızı sloganlarla kamuoyuna duyurduk.
Savcılığa, adalet bakanlığına, iç işleri bakanlığına ve Gaziantep belediyesine ayrı ayrı dilekçeler gönderdik.
Belediyeye verdiğimiz dilekçede 'Gaziantep mezarlığına gömülen' vurgusunu özellikle yaptık. Antep'te idam edilen birinin başka bir yere gömülme şansı olmadığını düşündük.
Başvurular sonrası basının ilgisi daha da arttı.Veysel, Türkiye'de idam edildiği halde cenazesi ailesine teslim edilmeyen tek örnekti çünkü. Devlete zimmetli bir cenaze 'kaybolmuştu!'
Tam o günlerde 'adaleti gördünüz mü?' adlı bir kitap yayınlandı. Kitabı yazan Mete Göktürk Ve Mersin 78'liler Derneği başkanı ile yapılan söyleşi bu kez milliyet gazetesinde manşet oldu. Mete Göktürk, Veysel'in idamında bulunan savcıydı ve Veysel yakalandığında ilk sorgulamayı yapmıştı. Göktürk anı kitabında 'Veysel'in silah kullandığına dair bir kanıt olmadığını' ve 'yargılamanın olağanüstü koşullarda yapıldığını' söylüyordu.. yani devletin savcısı Veysel'in 'suçsuz' olduğunu ima ediyordu.
Aynı süreçte Veysel'in idam edilirken yazdığı mektuba da el konulduğu ve aileye teslim edilmediğini öğrendik. Mektubun Veysel'in yargılandığı dosyada olabileceğini düşünerek 'Bilgi Edinme Yasası' kapsamında aile adına avukatlarımız dosyayı almak için başvuru yaptı.
Sıkıyönetim mahkemeleri kapandığı için başvuruyu kara kuvvetleri komutanlığına yaptık ve beklemeye başladık.
Komutanlık önce başvuruyu yapanların Veysel'le akraba olduklarını kanıtlamasını istedi. Aile kaydı gönderilince de fotokopi parasının yatırılmasını istedi. Ve bir sabah dosya Ankara'daki avukat arkadaşımız İlyas'ın bürosuna ulaştı.
Dosyayı değil mektubu merak ediyorduk öncelikle.. 299 sayfanın arasından çıkan mektup hepimizi duygulandırdı.Mektup faksla bize ulaştırıldığında ilk işim Veysel'in kardeşi Ayhan'ı aramak oldu. Telefonda mektubu okuduğumda ikimizin de gözleri doldu.
Mektubu ertesi gün Ankara'da basına açıklamaya karar verdik. Yüksel Caddesi'nde yüzlerce kişinin katılımıyla açıkladığımız mektup pek çok gazete ve televizyonda '25 yıl gecikmiş mektup' başlığıyla manşette yer buldu.
Mektupta Veysel 'kimseyi öldürmediğini' söylüyordu. Savcının söylemiyle Veysel'in söylemi örtüşüyordu. Ve mektuba ulaşmak için istediğimiz dosyada Veysel'in cenazesinin resmi olarak 'ailesine verilmek üzere yüzbaşı burhan erdem'e teslim edildiği' yazıyordu.
Bu süreçte Gaziantep'te yaptığımız resmi başvurulara da cevaplar gelmeye başladı. 'Zaman aşımı, soruşturma yapılamayacağı' vs cevaplarla olay geçiştirilmeye çalışılıyordu. Belediyeden gelen cevapta da 'mezarlıkların incelendiği ve Veysel Güney'in mezarına rastlanmadığı' söyleniyordu.
Belediyenin cevabının elimize ulaştığı gün dernek başkanı olarak bana ilginç bir telefon geldi.'Gizli numaradan' arayan kişi 'Gaziantep'ten aradığını ve Veysel'in mezarının yerini bildiğini, kısa süre sonra yeniden arayarak mezarın yerini göstereceğini' söyledi.'İsterse hemen gelebileceğimizi' söyledim ama arayan kişi tekrar arayacağını söyleyerek telefonu kapattı.
Bu telefondan sonra mezarı bulabileceğimize daha çok inanmaya başladık ama bir kaç gün geçmesine rağmen arayan olmadı.
Başka bir telefonsa mezar arama sürecimizin yönünü değiştirdi.. Veysel'e ilişkin iki büyük gazete ( Radikal ve Milliyet) manşetten ilk haberleri yapmıştı, o zaman ikisi de doğan grubunun gazetesiydi, Antep'teki Doğan Haber Ajansı Büro Şefi Ahmet Kaya da takip haberleri yapıyordu.
Kaya'nın karşılaştığı Antep Emniyet Müdürü basının bu konuyu sık sık gündeme getirmesinin Antep'in imajını kötü gösterdiğinden şikayetçi olunca, gazeteci arkadaş 'bu konunun ancak mezar bulununca kapanacağını, kendilerinin de buna yardımcı olması gerektiğini' söylemiş ve emniyet müdürü belediyeden mezarın yeniden araştırılmasını istemiş. Bir kaç gün önce bize 'mezarı bulamadık' diye resmi yazı gönderen belediye ciddi bir inceleme yapınca belgelere ulaşmış ve gazeteci arkadaşa mezar yerini gösterebileceklerini söylemişler. Gazeteci arkadaş bizi arayarak 'mezar gösterilmesine refakat edip etmeyeceğimizi' sordu.
Sabah erken mersin'den hareket ettik ve öğle saatlerinde Antep mezarlığına ulaştık. Gazeteci arkadaşla birlikte mezarlık müdürüyle buluştuk.
1981 yılına ait mezarlık kayıt defterleri getirilmişti. 9 haziran 1981 tarihli sayfadaki son kayıt 'tarihi bir belge' olarak önümüzde duruyordu. İsim yerinde 'hüviyeti meçhul' olarak yapılan kayıtta geldiği yer 'orduevi' yazıyordu. Mezar için ücret ödenmediğinin yazdığı kayıtlarda, ölüm nedeni olarak da 'İ.D' yazıyordu. bu notun 'idamın' kısaltması olduğunu anladık.
Mezarlık müdürü, o süreçte mezarlıkta görevli olan ve daha sonra görüştüğümüzde cenazeyi gömdüğünü söyleyen bir görevliyi bulmuş ve bu kişi mezarın yerini göstermişti.
Mezarlık müdürü, gazeteci arkadaş ve bizler mezar yerine gittik. Gösterilen yerde idamın gerçekleştiği yıllara ait çeşitli mezarlar vardı, ama mezar numarası ve her hangi bir mezar taşı yoktu. Sadece toprakta bir tümsek göze çarpıyordu. Çok heyecanlandık ve mezarı bulduğumuzu düşündük.. mezarlık müdürünün tavrı 'alın götürün' tavrıydı. Gazeteci arkadaşa verdiğimiz söz dolayısıyla o gün basına haber vermedik. Ertesi gün aileyi de mersin'e çağırarak birlikte basın toplantısı düzenleyerek mezarı bulduğumuzu duyurduk.
Sıranın cenaze töreninde olduğunu düşündük, yapılacak dna testlerinin kısa sürede çıkacağını varsaydık, ailenin cenazeyi köye götürmek istemesinden dolayı yağışlar başlamadan tören için gün belirlemeye çalıştık.
Bu arada savcılığa mezarın açılması için başvuru yaptık. Mezar açılma ve dna testi süreci devam ederken hukukçu arkadaşlarımız mezarın bulunmasının 'zaman aşımını' durdurabileceğini ve 'darbecilerin yargılanması' için başvuru yapılabileceğini belirttiler.
Cenaze törenini 'darbecilerin teşhiri ve yargılanmalarının başlaması' için bir adım olarak duyurduk.
Bu duyurudan sonra olayın akışı değişmeye başladı. Önce dna testi için görüştüğümüz İstanbul Adlı Tıp kurumuyla 'bağlantımız' koptu. İstanbul Adlı Tıp, örnekleri bir ay beklettikten sonra 'görev alanında' olmadığı gerekçesiyle Antep'e geri gönderdi. Sonra örnekler bu kez Ankara Adli Tıp Kurumuna gönderildi. 'Kardeşten alınan örneklerin' yetersiz olduğu, anne babadan örnekler alınmasını istedi adli tıp. O örnekler gidince de 'uyumsuz' olduğu raporu geldi. Rapor ve örnekler Antep'e döndüğü gün Antep-Maraş yol ayrımında bir tarlada 'adlı Tıp Kurumu' mühürlü bir iskelet bulundu. Adeta 'istersek cenazenizi yol kenarına saçarız' mesajı verdiler.
Daha sonra 'resmi olarak' iki mezar daha açtırdık. Bu mezarlar tamamen boş çıktı.
Resmi olmayan ve burada yazamayacağım bir kaç çabamız daha oldu ama bir sonuca ulaşamadık.
Geriye dönüp baktığımızda ben hala ilk açtığımız mezarın Veysel'e ait olduğunu düşünüyorum. Mezarlık görevlisinin 'parmağımı ezdi' diye tarif ettiği taşı bile bulduk çünkü. Resmi kayıtlar, etraftaki mezarların tarihlerinin idam tarihine yakınlığı da o mezarın aradığımız mezar olduğunu düşündürüyor bana.
Mezar ve cenaze töreni süreci böylece çıkmaza girerken hukukçu arkadaşlarımızın incelediği dosya Veysel'in yargılanma sürecinin korkunçluğunu önümüze serdi.
Dosyada hukukun hiç bir ilkesine uyulmadığı net olarak görülüyordu.
11 gün arayla yapılan iki duruşmada idam kararı verilmişti. Otopsilerden, ekspertiz raporlarına, olay yerinde inceleme yapmaktan kaçınılmasına, avukat talebinin işleme konmamasına, Devrimci Yol adına eylem yaptığı iddiasıyla idam edilen birinin mahkeme uzamasın diye Devrimci Yol üyeliğinden beraat ettirilmesine uzanan bir dizi garabet vardı dosyada.
Bu nedenle yeniden yargılama ( iade-i muhakeme) başvurusu yaptı hukukçularımız. Savcının olumlu görüşüne rağmen mahkeme başvuruyu reddetti.
AİHM'E ( Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) yapılan başvuru da kabul edilmedi.
Peki bu kadar uğraş neye yaradı?
Bence çok şeye yaradı.
Veysel'i vicdanlarımızda bulduk öncelikle. Unuttuğumuz, hafızamızın kenarına attığımız yoldaşımızı hatırladık.
Aileyle yeniden bir araya geldik. Onlara Veysel'in arkadaşları olduğunu gösterdik.
Köylerine bir anıt yapıldı ve her yıl yüzlerce kişi Veysel'i anmak için köyde buluşmaya başladı. Veysel, hatıralarıyla da olsa köyüne döndü.
Veysel'in dosyasını kitaplaştırdım bu süreçte, 'Sizin Veysel' kitabı ortaya çıktı, dosyada pek çok tarihsel belge binlerce insana ulaştı böylece.
25 yıl ortada olmayan mektubu bulduk.
Mezarımı yol kenarına kazın / üzerine devrim şehidi yazın / başına yumruklu yıldız kazın / gidiyorum ölümsüzlüğe hoşçakalın' dizelerini hafızamıza yazdık.
Mezar taşını vasiyetine uygun olarak yapmak için hazırlık yapmıştık. Olmadı. Anne baba yaşarken bunu gerçekleştirememek en büyük üzüntülerimizden biridir.
Bir gün mutlaka gerçekleştireceğimizi bilmek de en büyük tesellimiz.
Bir gün mutlaka…
Saygıyla, sevgiyle, özlemle...