Samir Amin, Marx için kıyısı olmayan derdi... Aslında Samir’in kendisi de kıyısı olmayandı...
Fikret Başkaya/Özgür Üniversite
6 ağustos Pazartesi. saat 23.30 da Senegalli dostum Chérif Salif SY’dan kısa bir not ulaştı. Samir Amin’in sağlık durumunun kötüleştiğini, Paris’te bir hastaneye kaldırıldığını haber veriyordu. Hemen eşi Isabelle’i aradım… Isabelle sorularıma tuhaf cevaplar veriyordu… Chérif’e durum hakkında Isabelle’den tatmin edici bilgi alamadığımı söyledim… Chérif, aslında İsabelle’in sağlık durumunun da pek iyi olmadığını söyledi… İki gün sonra Chérif’ten bir mail daha ulaştı. Samir Amin’in bilincinin açıldığını, reaksiyon verdiğini ama durumun kritik olmaya devam ettiğini söylüyordu… Ve dün akşam saat 21,20 de Chériff, Samir’in saat 16, 18’de aramızdan ayrıldığını duyurdu… Bunun benim için ne demek olduğunu ifade etmekte kelimeler kifayetsiz kalırdı…
1970 Eylül başında [Fransa’da doktora öğrencisiydim], fakültenin ana giriş kapısında yapıştırılmış büyük bir afiş: ” 1970’lerde Kapitalizm- Tilbourg Kongresi”... Kongreye o dönemin en parlak Marksist teorisyenleri davet edilmişti. Onlardan biri de Samir Amin’di… Hemen bir kaç arkadaşı ikna ettim
ve Tilbourg’un yolunu tuttuk… Tilbourg, Almanya sınırında küçük bir Hollanda kenti… II. Dünya Savaşında Hitler kenti yerle bir etmiş, Kilise dışında tüm evler yıkılmış, savaştan sonra yeniden inşa edilmiş sevimli bir kent… O kongrenin hayatımda bir ‘dönüm noktası’ oldu desem abartma olmaz… Bir çoklarıyla orada özel görüşmelerim oldu. Bazılarıyla mektuplaştım, bana kitaplarını gönderenler oldu… Paris’e dönüşte Samir Amin’in, Dünya Ölçeğinde Birikim [L’Accumulation à l’Échelle Mondiale] adlı kitabını satın aldım ve bir solukta okuyup-bitirmiştim… Birikim, beni en çok etkileyen kitaplardan biri oldu… Dostluğumuz ondan sonra hep devam etti. Bir çok uluslararası etkinlikte, konferans. sempozyum, kollokyum’da birlikte olduk… Bir çok kitabını ve makalesini Türkçeye çevirdim… Onunla söyleşiler yaptım… Yazdığı yazıları bana iletme inceliğini gösterdi hep…
Samir Amin, Marx için kıyısı olmayan derdi… Aslında Samir’in kendisi de kıyısı olmayandı… Realitenin ancak bir bütünlük olarak anlaşılabileceğini çok iyi biliyordu. O sadece yetkin bir iktisatçı, sosyolog, antropolog, tarihçi, filozof değildi, bunların ötesinde veya hepsiydi… Aksi halde Samir Amin diye bir figür olmazdı. İnsan ve toplum yaşamının tüm veçhelerini bir bütün olarak anlamaya ve anlatmaya çalıştı hayatı boyunca… Geride kalan yaklaşık 70 yıllık dönemin bir kaç parlak beyninden biriydi… Muazzam bir kavrayışa ve tahlil yeteneğine sahipti… Hayatını ezilen halkların, sömürülen sınıfların kurtuluşuna adamıştı… Yaşadığı sürece ezilen halkların, sömürülen sınıfların gözü, kulağı ve yüreği oldu hep…
Gerçi Samir, aramızdan ayrıldı ama insana yaraşır, sömürünün, baskının, sosyal eşitsizliğin, her türden ayrımcılığın olmadığı, özgürlüğün, sosyal eşitliğin, insan emansipasyonunun gerçekleştiği, yaşanabilir bir dünya yaratma mücadelemiz için devasa bir entellektüel miras bıraktı. Bize düşen, onun bıraktığı yerden yolumuza devam etmektir… İşte o zaman Samir bizde yaşamaya devam edecek…