Güncel

“Hanzala” dedim yüzümü ilikledim

Hanzala, Filistin için söylenen her doğru sözün(!), başka coğrafyalarda yalana dönüştüğünü de anlatır bize.

15 Mayıs 2018 Saat: 00:02
“Hanzala” dedim yüzümü ilikledim
“Hanzala” dedim yüzümü ilikledim

Sınırlamalardan korkmuyorum ve hiç hesabını yapmıyorum. Tek korktuğum yeisin kalbime ulaşması.” (Naci el-Ali)

Çizgi çizmeyi hapishanede öğrenen, ilk karikatürlerini mülteci kampının duvarlarına nakşeden dünyaca ünlü karikatürist Filistinli Naci el-Ali’nin yarattığı çizgi kahraman Hanzala’yı hatırlamanın tam zamanı… Dünyalılardan yüzünü gizleyen farkında çocuktur o. İronik olarak tasarlanmış “yüzsüzlük!” onun yüzüdür. Yüzünü saklayarak zalimleri cezalandıran, yüzünü yanlış yaşayan ve yanlış yaşlanan dünyalılardan esirgeyerek dünyaya sorular serpiştiren, işaret ve itiraz parmağını yitirmeyen çölün ortasında vaha biçilmez bir çocuktan söz ediyorsak oturup düşünmeli?

On iki yaşındayken “sürgün çocuk” olan Filistinli Naci Ali’nin hikâyesini kahramanına yansıtması, sanat yapıtının sanatçısına rağmen bir hayatı/işlevi olduğu kadar, sanatçının hayatının eserine dâhil olduğunun göstergesidir. Hal böyle olunca, Naci Ali Hanzala’ya, Hanzala Naci Ali’ye her ikisi DÜŞyalılara kayıtlıdır. Tüylerini tersine taradığımız tarihe ve bir kader ve keder olan coğrafyaya doğru yatay büyüyen Hanzala, yaşını dondurarak dünyalıların ezberini bozar. Hep yaratıcısının yaşında kalan, hiç yaş almayan, tarihin ve coğrafyanın kalbi olan bu “sürgün çocuk” Hanzala’nın dertlerinden biri, kalplerinin ve vicdanlarının yerini unutan dünyalılara dilinin ve kalbinin yerini göstermektir.

Sürekli olarak onu çağıran Filistin’e dönmek nasip olunca yeniden büyümeye başlayacak aksiliğinden sual olunmaz inat bir çocuktur o. Tarihin emri, siyasetin kalbi ve anlamların yardımıyla kararını vermiştir bir kere; özgürlük kazanılana kadar kimse onun yüzünü gör(e)meyecektir. Değil mi ki Naci el-Ali, 1948’de, on yaşındayken ayrılmak zorunda kaldığı Celile’deki köyüne dönememiştir, Hanzala’nın da o büyük vakte kadar dönmemeye yemin etmesinden doğal ne olabilir? Farkında çocuk Hanzala, dünyalıların kulağına Arapça’dan başlayarak şöyle fısıldar: Yüzümü görebilmenizin tek koşulu vardır: Ne zaman, Filistinliler özgürlüklerine kavuşur, ne zaman tehdit altındaki topraklarda onurluca yaşamaya başlayıp haysiyetlerini yeniden kazanırlar, o zaman yüzümü göreceksiniz…
O zamana kadar asla!

Hanzala Filistinli’dir ama o aynı zamanda sınırları aşan bir “yurtsuz”dur… “Her yerli” olan Hanzala, paradoksal olarak hiçbiryerli’dir… Yaratıcısına göre “Araptır, Filstinlidir” ama o, ona “rağmen” Dünyalıdır… DÜŞyalı’dır… Teorik olarak direniş imgesini pratik olarak ise direnişçiliği temsil eden, yüzü özgürlüğe emanet parmak çocuktur Hanzala. Teoride doğru söyleyip pratikte şaşanlardan değildir… 1967 ve 1982 yenilgi döneminde acının sıratında çizgisini oluşturan Ali’nin derdi aynı zamanda yenilenler, mücadelede “düşenler” ve işbirlikçi “göbekliler”dir. Naci el-Ali’nin en büyük yardımcısı sürekli düşbirliği içinde olduğu Hanzala’dır. Her yere birlikte giderler. Yalınayak, çirkin, bakımsız ve kirpi saçlı “yüzsüz çocuk!” Hanzala’yı mülteci çocuklardan ayıran, giderek daha çok devletlerine benzeyen Dünyalılara sırtını dönmesidir. Ret çocuktur o; reddettikleri ABD ve İsrail zalimleri, kendi içlerindekiler dahil tüm dünya zalimlerdir. Hanzala daha az yorumcu daha çok izleyicidir. Hayat onu çağırdığında eyleme geçer; onu bazen bir taşa uzanırken bezen de taş atarken görürüz. Hanzala, Arapların bölünmüşlüğünü, Filistin halkının acılarına kayıtsızlığını, onu yönetenlerin yozlaşmalarını da “taş atarak!” eleştirir…

(Hanzala deyince bir hikâye geliyor aklıma… ABD tanklarının çölde uzaktan yakına doğru sıra sıra deve kervanları gibi dizilerek harekete geçtiği bir gün... Bir ayağı çıplak öteki ayağında muhtemelen çölde bulduğu marka bir ayakkabı olan deveye binmiş Iraklı bir Arap çocuk tanklarla karşılaşır… Tanklar durur deve de durur. Çocuk yavaşça deveden iner… Tank(takiler), silahı ve ışığı iki kem göz gibi çocuğun yüzüne doğrultur… Tanktaki ABD askerleri “teslim ol!” anlamına gelen sözcüklerle çocuğa seslenirler… Çocuk karşılık vermez. Çocuk kendinden emin bir halde çöle eğilir… Bir avuç kum/çöl alır… Askerlerin şaşkın bakışları arasında en öndeki tankın iki gözüne fırlatır… Ve devesine binerek ters yönde uzaklaşır… Ezberindeki şiirlerle çölde yitirdiği yolunu bulan bir bedevi dervişten tarihe rivayet katmadan nakleder ki; tankın iki gözü de o anda kör olur… Ve o gün bugün, Irak’taki tüm ABD tankları körlemesine gezer…)

Hanzala bir yoruma göre tankın gözüne çöl atarak kör eden o çocuktur… Bir başka yoruma göre ise, dünyanın her yerinde taş makamında direnen ve taş dillenen ama devlet dilenmeyen taşbaz’larının ayrı tarih ikizidir.

Şimdilerde unutturulan, somut şartların somut tahlili, cümlesinden al alarak söylersem… Sırtı dünyalılara dönük bu manalı çocuğun somut tarihi-siyasi görevi ABD’nin ve İsrail’in politikalarını protesto etmektedir. Daima sırtı dönük Hanzala’nın, ABD’nin ünlü Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’e kızdıktan sonra elini arkasında bağlamaya başladığı, bu anlamlı protesto biçimiyle de yaratıcı eylemler tarihine geçtiğini söyleyebiliriz. Hanzala’yı küçük gövdesine hapseden, içini acıyla, sitemle ama umutla da dolduran Naci el-Ali’nin acımasızlığı değil bizzat yaşadıklarıdır. Hanzala’nın elleri arkasında sessizlik içinde tanıklık ettiği göç, yoksulluk ve kamp hayatı, Naci el-Ali’nin de kişisel hikâyesidir… Naci el-Ali 1987’de Londra’da Motsat tarafından öldürüldüğünde “Maskeliler” ve “göbekliler”, asi ve aksi çocuktan kurtulduklarını zannederek ıkına-sıkına kurdukları cümlelerle tarihe kına yaktıklarını zannettiler! Oysa kötülüklerle, korkuyla baş etmek için yaratılan Hanzala bizi “yalancılara” teslim olmaktan koruyor, mana ve ruh şımarığı egemenlerle onların sözlerini çoğalttıkları her cümlede burunları büyüyen tarihçileri suçüstü yapmayı sürdürüyor. Hem yaratıcısı hem de Hanzala, devlet dersinde öldürüldükten sonra da tersine yarışmayı sürdüren at, vurulduktan sonra da bir süre daha uçan kuş geleneğini sürdürüyor…

İmâları imzası olan, dünyadaki imlâ hatalarını düzeltmek için her gün, dünyanın her yerinde düşbaşı yapan Hanzala künyesini şöyle açıklar: “Ben Hanzala… Babamın adı: Önemli değil… Annemin adı: Nakba… (Filistinliler İsrail Devleti’nin ilan edildiği 15 Mayıs 1948’i ‘Nakba’ [Büyük Felaket Günü] olarak tanımlar.) Kız kardeşimin adı: Fatıma… Ayakkabı numaram: Bilinmiyor. Çünkü ben hep yalınayakla dolaşırım…”

Yüzünü göstermeyen ama yalancılara dil çıkaran “Küskün kahraman!” Hanzala’nın hikayesini öğrenmek, kendi hikayemizi öğrenmek, Filistin’de doğru (!) söyleyip, kendi coğrafyasında şaşanlarla baş etmek için de gereklidir…

Tarihin ve coğrafyanın merak ettiği sorular şudur; yaratıcısı öldürüldüğünde Hanzala nereye gitmiştir? Bir direniş biçimi olarak yüzümüze bakmayı reddeden Hanzala şu anda, dünyanın neresinde ne yapmaktadır? Bana sorarsanız, Hanzala, yalan’ın dile dahil olduğunu, tüm devletlerin dili yalanlarla beslediğini, devlet denilen tarihsel oluşumun, resmi tarihlerle bizzat yalana dönüştüğünü bilerek kapsam alanını daha da genişleterek dünya halklarının kalbinde varlığını sürdürmektedir… Dil’in, gerçekleri açığa çıkardığı kadar da gizlediğinden hareketle söylersem; Hanzala, Filistin için söylenen her doğru sözün(!), başka coğrafyalarda yalana dönüştüğünü de anlatır bize. Dünyalılara sırtını dönerek, ellerini bağlayarak, yüzünü gizleyerek çareli köyün çaresiz kavalcılarına, Can Yücel’in “Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi” dizeleriyle anlatmayı sürdürür Hanzala…

Zalimleri ve kötüleri suçüstü yapmak için nice muziplikler yapan Hanzala, gerçekleri yalanlarla karartanları dillerinden suçüstü yapmanın dünya tarihsel delilidir… O, dünyanın tüm dillerinde düşbaz dünyalılara ve düşyalılara der ki; hayattan, tarihten ve kendinizden umudunuzu kestiyseniz ismimi ağzınıza almayın… Hanzala der ki; annemizden emdiğimiz dilimizi, ayaklarımızı “ipsiz bağlayarak” bizi hiçleştirenlere sırtımı dönerek, ellerimi bağlayarak esastan ve usulden karşıyım… Hanzala; “Kuşa bak! Canbaza bak!” yaparak Filistin sorunu üzerinden gerçekleri karartma tiyatrosunun kapalı gişe oynamasının, zamanın ruhuyla ilgili olduğunu “on iki yaşıma sığdırdığım tecrübelerimden biliyorum” der ve eli arkasında uzaklaşır…

Gün olur zaman da eskir, zaman altından su yürütenleri tarih açığa çıkarır… Kemal Özer’in, şiir, “…kıyıcının, zorbanın, işgalcinin ve suskunluğun üstüne yürürken yalınayak değildir. Çıkarıp kafalarına fırlatacağı bir ayakkabısı her zaman vardır.” cümlesini muhabbete dâhil ederek bitirelim. Yalanlara sırtı dönük Hanzala yalınayaktır… Görünüşte zalimlere fırlatacağı bir ayakkabısı bile yoktur…

Ey tarih! “Keşkelerin kol gezdiği” zamanda, gerçekleri görünce yol değiştirmeyip keşke on iki yaşında Hanzala olsaydım…

YORUMLAR

Bu Habere Yorum Yapılmadı. İlk Yorumu Siz Yapmak İster misiniz? 
Lütfen Resimdeki kodu yazınız
 

Net Haber Ajansı Tavsiye Formu

Bu Haberi Arkadaşınıza Önerin
İsminiz
Email Adresiniz
Arkadaşınızın İsmi
Arkadaşınızın E-Mail Adresi
Varsa Mesajınız
Güvenlik KoduLütfen Resimdeki kodu yazınız