Yeni bir 14 Şubat Dünya Öykü ve Sevgi Günü’nde kendi yazdığım ve Eylülden Kalan kitabımda yer alan Mürdüm Eriği adlı öykümle sizlerle olmak istedim.
İKBAL KAYNAR
Merhaba içlerinde acı tatlı öykü biriktirenler,
Merhaba yürekleri aşkla, katıksız, ayrımsız, amasız sevgiyle dolu olanlar;
Yeni bir 14 Şubat Dünya Öykü ve Sevgi Günü’nde kendi yazdığım ve Eylülden Kalan kitabımda yer alan Mürdüm Eriği adlı öykümle sizlerle olmak istedim. İyi okumalar diliyor, yüreğiniz ve cebiniz öyküsüz, düşsüz ve sevgisiz kalmasın diyorum.
MÜRDÜM ERİĞİ
…..tıssss güüü
…..tıssss güüüm!
Sabahın erken saatlerinde balkondan gelen önce –tısss, sonra güüüüm sesleriyle ne olduğunu bilemeden doğruldular yataklarından. Kesin bomba olmalıydı tahrip gücü yüksek olmayan.1980 öncesi alışıktılar evlere bomba konulmasına ama demek ki değişmemişti bazı şeyler.
Önce Sevda davrandı kalkmaya. Kızları Gökçe gerçi başka odada uyuyordu ama yine de duymuş olabilirdi sesi. Hemen kızının odasına yöneldi. Çocuk mışıl mışıl uyuyordu, sevindi, korkup uyanmadığına. Balkondaki patlama sesi aklına düştü birden ve balkona yöneldi hızla. Keşke eşi koşup gitmiş olsaydı balkona da, “Korkacak bir şey yok“ deseydi. Gerçi mümkün değildi onun öyle atik davranması ya da sorumluluk duygusunun gelişmiş olması. Bunları düşünmenin sırası değildi ama öyle olsun istiyordu gönlü. Biraz onları korusa, dağ gibi dursa yanlarında kötü mü olurdu? Adam ise hala yatakta oturmuş beklemedeydi. Neyi beklediğini kendisi de bilmiyordu hiçbir zaman…
Balkon kapısının kilidini çevirdi heyecanla. Kapıyı açmasıyla birlikte yüzüne ıslak bir şeyler düşmeye başladı yukarıdan. Ne olabilirdi ki böyle, bombanın böylesini de hiç görmemişti! Başını kapının üstüne çevirince balkon tavanının müthiş kirlenmiş halini *gördü. Çok şaşırıp yüzünü buruştursa da bunların parçalanmış mürdüm eriklerini olduğunu anladı ve bastı kahkahayı. “Ulan Cafer alacağın olsun” dedi şakayla karışık bağırarak.
Sonunda eşi gelmişti yanına, baktı baktı tavana. Sonra yüzünde memnuniyetsiz bir ifadeyle bakışlarını hala gülen eşine çevirdi;
“Ben size yapamazsınız demedim mi?” dedi her zamanki şom ağzıyla. Sevda hala gülüyordu. Olsun şarap yapmayı denemişlerdi ya. Nasıl olsa yine kendisi temizleyecekti tavanı da, duvarları da. Hiç de gocunmazdı öyle durumlardan, yeter ki yüzünü gülümseten olaylar olsundu hayatında.
Cafer, evlerine konuk olmuş ve bu süre içinde hemen evden biriymiş gibi sıcak dostluk kurdukları, cezaevinden yeni çıkmış işçi bir arkadaştı. Yurt dışında yaşamak istiyordu artık ve işlemler için bekliyordu. Öyle kolay değildi hemen 12 Eylül sonrası yurt dışına gidebilmek. Onlarda kaldığı süre içinde yemeği birlikte yaptılar, alışverişe birlikte çıktılar hatta satranç oynamayı öğretti Sevda’ya. Hiç eşiyle oyun falan oynamamıştı Sevda. Bırak oyun oynamayı birlikte pazara bile gitmemişlerdi. Hep kendine göre bir bahanesi olurdu bir şeyi yapmamak için. Pazar günü işe gitmediği halde çocukla ilgilenip Sevda’nın halk dansları çalışmasına çocuksuz gitmesine bile yardımcı olmazdı. Hatta bir Pazar halk dansları öğretmeni onları ekip olarak stadyuma götürecekti, maç öncesi gösteri yapacaklardı ama Sevda’nın çocuğu olduğundan sorumluluk alamayacağı için öğretmen onu götürmemişti. Eve gelince öyle çok ağlamıştı da eşinin umurunda bile olmamıştı. Cafer, her erkeğin böyle sorunlu, böyle feodal olamayacağının bir kanıtıydı adeta. (bir örneğiydi sanki. *Paylaşmanın, birlikte bir şeyler üretmenin tadına varıyordu Sevda ve kızı Gökçe. *Hani erkek egemen toplumda yetiştirildik veya annem böyle yetiştirdi sözlerine sığınır ya çoğu devrimci erkekler, Cafer’in böyle bir sığınma aracına ihtiyacı yoktu çok eğitim görmemiş olmasına karşın.* Ortada yapılacak bir şey varsa onu paylaşmanın, birlikte üretmenin mümkün olduğunu gösteriyordu*.Bunun tahsille, üniversite bitirmekle, çok Marksist kitap okumakla falan ilgisi yoktu. Bu içten gelen bir duygu, bir özümsemeydi. Eğer okuduğu kitapları, savunduğun dünya görüşü özümsenmediyse tek bir davranışında ele verir insanı. Yaptığın bencil bir davranış, kıskanç bir tutum, bazen şiddet, bazen karşındakini küçümseme tavırları bir hastalık değil midir?*
Cafer, bir gün cezaevinde nasıl şarap yaptıklarını ve muhteşem sonucun ne olduğunu anlatmıştı. Daha yeni yaptıkları şarap bidonu bir genel arama sırasında tüm ikazlara karşın açılınca mayalanmamış şarap, komutanın yüzüne fışkırmış ve komutanın yüzü gözü şarap içinde kalmıştı. Herkes kendini güç tutmuş gülmemek için ama mümkün mü öylesi bir ortamda kahkahaları engellemek. Yüzlerini, gözlerini gülmemek için, sıksalar da koyuvermişler kahkahaları. Yer gök inlemiş kahkahadan! Belki de Metris Metris olalı böyle tanık olmamıştır kahkaha sesine. Sonrası malum dayak ama olsun ağız dolusu gülmüşler ya!
Cafer bu olayı anlatınca Sevda durur mu, “Bize de yapalım “ diye tutturmuştu. Eşi yine çocukluk yapıyor diye kızarak bakmıştı Sevda’ya. Baksın o mu yapacaktı zaten, ya da yapma işine mi katılacaktı? Ertesi gün akşamüstü çay içerlerken tekrar şarap işi konuşulunca “ Haydi pazara gidelim Cafer” demişti. Okuldan Gökçe’yi alıp Yıldıztepe pazarına vardıklarında çok fazla seçenek kalmamıştı şarap malzemesi olarak. Bir de pahalı olmamalıydı meyve. Bir aşağı bir yukarı gezdikten sonra mürdüm eriğinde karar kılmışlardı. On, on beş kilo aldılar sonunda, sevinçle evin yolunu tuttular ellerinde erik torbalarıyla ve iki naylon bidonla. Yol bitmek bilmedi sanki. Eve vardıklarında acele ettiler erikleri yıkamak ve şarap işine başlamak için. Gökçe de katılmıştı bu heyecana. Sevda’nın eşi eve gelmeden bitmeliydi iş. Yoksa işin tadı kaçardı. Önce bidonları yıkayıp hazır ettiler erikler için. Yıkanan erikleri kesip bidonlara doldurdular. Cafer “ben gitmeden mayalansın ki sıkma işini yapalım, bira mayası koyalım çabuk olması için” dedi. Sevda bir koşu bakkala gidip geldi, bira mayası da kondu ve bidonların ağzı sıkıca kapatıldı. Şarap olmak üzere balkonda bırakıldı. “Bir hafta, on güne kadar olur, sen sıkar süzersin” dedi Sevda’ya.
Akşam mutlu bir ifade vardı üçünün de yüzlerinde. Babayla pek fazla bir şey konuşmadılar şarapla ilgili. Sadece pazara gittiklerini söylediler. Olmaz, yapamazsınız diyordu ya, onu mahcup edeceklerdi. Gördün mü nasıl yaptık diye gururlanmanın tadına varacaklardı. Ev işi, Gökçe’yi birlikte okula götürme, satranç oynama derken şarap yapım tarihinden! Üç gün sonra Cafer’in işlemleri tamamlandı ve yurtdışına gitti. Sanki evdeki neşe de gitmişti onunla birlikte. Gökçe bile Cafer Abim olmazsa okula gitmem demeye başladı. Sevda satranç takımını kaldırdı. Kiminle oynayacaktı ki artık. Bir müddet birlikte okudukları kitabı bile eline alamamıştı Sevda.
Bu sırada bu kadar kahkahaya ve konuşma seslerine Gökçe de uyanıp gelmişti balkona.
Gökçe’nin de annesinden kalır yanı yoktu muziplikte. Balkonun o halini görünce; “Aaaa Cafer abim mi geldi?” dedi sevinçle.
İkisi de “tısss güüüüm, tısss güüüüüm! “ diyerek gülmeye başladılar…
******************************************
Kaynak: http://www.nicin.biz/author/ikbal/