İstanbul Hukuk Kurumları Koordinasyonu, Halkların Demokratik Partisi Milletvekili Leyla Güven’in 7 kasım 2018 tarihinde başlattığı,açlık grevini sürdürdüğünü,soruna çözüm bulunması çağrısında bulundu.
NECDET ÖZSAYGIN
İSTANBUL-Bugün, Çağlayan Adliyesi önünde İstanbul Hukuk Kurumları Koordinasyonu,Halkların Demokratik Partisi Milletvekili Leyla Güven’in tutuklu bulunduğu Diyarbakır cezaevinde 7 kasım 2018 tarihinde başlattığı,süresiz/ dönüşümsüz açlık grevini sürdürdüğünü,yetkililerden soruna bir an evvel çözüm bulunması çağrısında bulundu.
Açıklamada şöyle denildi;
Halkların Demokratik Partisi Hakkari Milletvekili Leyla Güven’in tutuklu bulunduğu Diyarbakır Cezaevinde 7 kasım 2018 tarihinde başlattığı süresiz /dönüşümsüz açlık grevi 16 aralık 2018 tarihinde diğer cezaevlerine 1 mart 2019 itibariyle tüm cezaevlerine yayılmıştır.İçinde bulunduğumuz gün itibariyle Leyla Güven’in açlık grevi 160.gününü cezaevlerinde ki eylem ise,123.günü geride bırakmış bulunmaktadır.Açlık grevinde bulunan kişilerin toplam sayısının 7000 kişiye yakın olduğunu tahmin etmekteyiz.Açlık grevi eylemlerinin yanı sıra bu süreçte 9 kişi İmralı cezaevinde uygulanan tecridi protesto amaçlı olarak yaşamına son vermiştir.
Cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri ve sistematik kötü muamele her dönemde Türkiye gündeminin birinci sırasını işgal etmiştir.Cezaevlerinde ki sistematik ihlallerin antidemokratik uygulamaların protesto edilmesi ve bir hak arayışı yöntemi olarak 1980 yılından bu yana çok sayıda açlık grevi ölüm orucu eylemi gerçekleştirilmiştir.Ne yazık ki bu eylemler sonucunda yüzlerce insan yaşamını kaybetmiş.Yüzlerce kişi de geri dönüşü olmayacak şekilde sakat kalmıştır.Bizhukukçular,neredeyse 40 yılı bulan süreçte bu acılara gün be gün yaşanan ölümlere bizzat tanıklık ettik.
Açlık grevi eylemi,eylemcinin üzerinde yarattığı etki ve sonuçları itibariyle oldukça zor hatta ürkütücü sonuçları olan bir eylemdir.İnsanın yavaş yavaş acı içinde ölmeyi göze alması anlamına gelir ki bu süreç büyük zorluklar içinde taşımaktadır.Bizler ölüm orucu ve açlık grevi süreçlerinde müvekkillerimizin vücutlarında oluşan tahribatlara açlık grevi sonucu yaşamını kaybedenlerin,sakat kalanları dayanılması güç değişimine tanıklık etmiş hukukçularız.İşte bu nedenledir ki artık ne yeni ölümlere ne de sakat bırakılmış insanları bir kez daha görmeye tahammülümüz kalmamıştır.
Mevcut deneyimler ışığında,bir ayı geçen ya da vücut ağırlığının yüzde 18’in den fazlasının kaybolduğu açlık grevlerinde,kişide ciddi ve kalıcı tıbbi komplikasyonlar ortaya çıkabilmektedir.Açlık grevinde ki kişilerde,su içmekte güçlük çekme,işitme ve görmede zayıflamalar,solunum ve organ yetmezliği ortaya çıkabilir.45.günün ardından kardiyovasküler çöküş veya ciddi enfeksiyonlar nedeniyle ölüm gerçek bir risk haline gelir.B1 vitamini alımı organ iflasını geciktirebilmekteyse de uzun süreli açlık grevlerinde B1 alınsa dahi vücutta fizyolojik ve psikolojik düzeyde kalıcı sakatlıklar oluşur.Açlık grevi eylemcilerinin uzun vadede yaşadıkları en bilinen hastalıklardan birisi WernickeKorsakoffSendromudur.Hastalığın ileri derecelerinde beyinde hücre ölümüne bağlı olarak kalıcı hafıza kaybı,hafıza depolama bozukluğu,kas koordinasyon bozukluğu,yürüme hatta ayakta durma zorluğu,gözbozuklukları,kaslarda istemsiz kasılmalar,el ve ayaklarda uyuşma ve yanma gibi semptomlar görülür.
Dünya Tabipler Birliğinin yayınladığı Tokyo Bildirgesi Malta Bildirgesi,Avrupa Birliği Üye Devletler Bakanlar Komitesi’nin Cezaevlerinde ki Etik ve Örgütsel Özelliklerine ilişkin R(98)7 No’lu tavsiye kararlarında açlık grevleri ‘’Taleplerini başka yollardan ortaya koyma imkanları bulunmayankişilerin başvurdukları bir protesto biçimi’’ olarak kabul edilmiştir.Tıbbi etik kurallar ve belirtilen metinlerde açlık grevi eylemi yapan mahpuslar genel olarak ölmeyi değil,istemedikleri bir politikayı uygulamayı değiştirmeyi amaçlamakta,bu eylemleri ile ilgililer üzerinde bir baskı oluşturmayı hedeflemektedirler.Açlık grevi sırasında ölümler olmakla birlikte,amaç ölüm değildir.
Leyla Güven ve diğer açlık grevi eylemcilerinin talebide Abdullah Öcalan’a uygulanan tecridin kaldırılması,Abdullah Öcalan’ın ailesi ve avukatları ile iletişim kurmasına olanak sağlanmasıdır.Kritik aşamaya gelinmiş olan bu sürece kadar devam eden açlık grevinde ileri sürülen talep yasal bir hakkın kullandırılmasına olanak sağlamasıdır.
20 yılı aşkın bir süredir İmralı Cezaevinde tutulan Abdullah Öcalan 2011 yılından bu yana avukatları ile görüştürülmemektedir.2015 yılından bu yana ise,ailesi ile görüşmesine bile izin verilmemiştir.Mektup ve telefon dahil olmak üzere tüm iletişim olanaklarından yoksun bırakılmıştır.2015 yılından bu yana sağlığı ve güvenliği ile ilgili haber alınamamaktadır.İmralı cezaevinde tecridi aynı koşullarda tutulan diğer beş mahpusu da kapsayacak şekilde uygulanmaktadır.
Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin kanunun 59.maddesine göre hükümlü olarak cezaevinde bulunan her mahpusun avukatları ile görüşme hakkıvardır.Kanunun 83.maddesinde yakınları ile görüşme hakkı, 66.maddesinde telefonla görüşme hakkı,68.maddede ise,mektup gönderme hakkı herkese uygulanmak üzere tanınmıştır.CGTİHK’nın tüm cezaevlerinde uygulanan hükümleri İmralı cezaevinde uygulanmamaktadır.
Türkiye’nin taraf olduğu ulusal üstü belgelerde,tüm tutuklu ve hükümlülerin iletişim olanaklarından yararlanma hakkı düzenlenmiştir.BM çerçevesinde hazırlanan Mahpuslara Uygulanacak Asgari Standart kurallarda ‘’Hapis cezası veya failin dış dünyadan mahrum kalması sonucunu doğuran diğer tedbirler kişiyi özgürlüğünden yoksun bırakarak,kendi iradesi ile hareket etme hakkını elinden alan sıkıntı verici bir durumdur.Bu nedenle cezaevi sistemi geçici olarak haklı görülebilecek ayırmalar veya disiplinin sağlanması dışında durumun doğasında var olan sıkıntıyı ağırlaştıramaz’’ifadesi ile mahpus haklarının temel çerçevesi açısından önemli bir ölçüt belirlemiştir.Kısaca ortaya koyduğumuz bu başlıklar dahi uygulanan katı tecridin iç hukuka ve ulusalüstü hukuka aykırı olduğunu göstermek açısından yeterlidir.
Uluslararası sözleşmeler kişiyi mutlak bir yalnızlığa iten tecridi insan hak ve özgürlüklerine aykırı bir uygulama ve insanlık suçu olarak kabul edilmektedir.BM İnsan hakları komitesi tecridin kişisel ve siyasal haklar sözleşmesinin 7.maddesinde düzenlenen işkence ve kötü muamele yasağının ihlali niteliğinde olduğunu açıklamıştır.Uluslararası Af Örgütü raporlarında uzun süreli izolasyon uygulamasının bizzat kendisinin zalimane insanlık dışı ve onur kırıcı muamele olduğunu,işkence ve kötü muameleyi kolaylaştırıcı olduğunu açıklamıştır.
Stefan Zweig’inBize hiçbir şey yapmadılar,bizi tümüyle hiçliğin içine yerleştirdiler,çünkü bilindiği gibi yeryüzünde hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapamaz.Sözü tecridin insan üzerinde ki etkisini çok yakın biçimde anlatmaktadır.
Tüm bu olgular birlikte değerlendirildiğinde,yasal bir hakkın uygulanmasını sağlamak için açlık grevi yapılması sonucunu ortaya çıkaran koşulların değiştirilmesi yasal bir zorunluluktur.Açlık grevinde ki binlerce mahpus bir ayrıcalık elde etme arayışında değildir.Açlk grevcilerinin tek bir talebi vardır.Yasal bir hakkın tanınması,tecridin kaldırılması ve tüm mahpusların sahip olduğu iletişim kurma hakkının İmralı cezaevinde de uygulanmasıdır.Anayasanın eşitlik ilkeside bunu gerektirir.Devlet yetkililerinin HDP milletvekili Leyla Güven’in ve cezaevlerinde ki binlerce mahpusun ölümüne neden olabilecek bu soruna can kaybı ve sakatlık yaşanmadan biran önce çözüm üretmesi gerekmektedir.
Nazım Hikmet 8 nisan 1950’de ‘’Millet verdiğim açık istidaya canımı pul yerine kullanıyorum’’diyerek Bursa cezaevinde açlık grevine başlamıştı.Ailesine yazdığı mektupta ise,’’Başka türlü hareket etmek kabil olmadığı için bu kararı verdim.Sizden yalnız bir şeye kayıtsız şartsız inanmanızı istiyorum,bu kararım herhangi bir yeis,biryılgınlık,birkorkaklık,bir sabırsızlık neticesi değildir.Sabırlı şuurlu ümitliyim.Fakat,hakkın ve hakikatin ortaya çıkması için meydana hayatımı atmaktan başka imkanım kalmadığına kaniim.Bundan dolayı bu son imkanımı şuurla ümitle kullanıyorum’’demiştir.
Bu gün cezaevlerinde binlerce insan canlarını pul yerine koyarak bir şey söylemek istiyor.Bu sesin duyulması yeni ölümler ve sakatlıklar yaşanmadan eşitliğe,adalete uygun şekilde çözüm bulunması ve tecridin kaldırılması gerekir.
Leyla Güven’in kızı Sabiha Temizkan’ın haykırdığı ‘’Lütfen annemin ölmesine izin vermeyin’’sözünün binlerce annenin,babanın,kardeşin,eşin ve çocuğun çığlığı olduğu unutulmamalıdır.
Bizlerde hukukçular olarak buradan yetkililere sesleniyoruz.Ölümler,sakatlıklar yaşanmadan her gün çocuğunun,annesinin,babasının,kızkardeşinin,arkadaşının ölüm haberini bekleyen binlerce insanımızın kaygı dolu bekleyişi derhal sona erdirilmeli ve soruna kesin çözüm yolu bulunmalıdır.
Hukukçular olarak biz de haykırıyoruz.
Sabiha’nın annesi Leyla Güven ölmesin,yaşasın.
Hazal Taş’ın oğlu İsmet Taş ölmesin,yaşasın.
Levent Kurt’un oğlu Seyhan Kurt ölmesin,yaşasın.
Veli Barut’un kardeşi Burhan Barut ölmesin,yaşasın.
Meslektaşımız Deniz Sürgüt ve burada isimlerini söylemediklerimiz ölmesin,yaşasın.
İnsanlarımız açlık grevinde ölmeden soruna çözüm bulunsun.
İSTANBUL HUKUK KURUMLARI KOORDİNASYONU.
ÇAĞDAŞ AVUKATLAR GRUBU (ÇAĞ)
ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ (ÇHD)İSTANBUL ŞUBESİ.
KATILIMCI AVUKATLAR GRUBU (KAV)
ÖZGÜRLÜKÇÜ DEMOKRAT AVUKATLAR GRUBU (ÖDAV)
ÖZGÜRLÜK İÇİN HUKUKÇULAR DERNEĞİ (ÖHD) İSTANBUL ŞUBESİ.
DEMOKRASİ İÇİN HUKUKÇULAR (DİH)
AVUKAT İNSİYATİFİ.