İzmir Barosu tarafından 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü dolayısıyla “Türkiye’nin İnsan Hakları Rejimi ve Ölüm Cezası” başlıklı bir panel gerçekleştirildi.
İzmir Barosu tarafından 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü dolayısıyla son günlerde kamuoyu gündemine getirilmesi sebebiyle de özellikle önem taşıyan bir konuda, “Türkiye’nin İnsan Hakları Rejimi ve Ölüm Cezası” başlıklı bir panel gerçekleştirildi.
İzmir Barosu Av. Nevzat Erdemir Konferans Salonu’nda gerçekleşen panele Yaşar Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Ruhan Erdem ve Aydın Barosu’ndan Av. Nihat Toktay konuşmacı olarak katıldılar.
Panelin açılış konuşmasını yapan İzmir Barosu Başkanı Av. Aydın Özcan, Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin kabulünden bu yana yaklaşık 68 yıl geçmiş olmasına rağmen halen insan hakları anlamında dünya ölçeğinde istenilen düzeyde olunmadığını söyledi. Özcan, aralarında Irak, Suriye gibi ülkelerin de olduğu Türkiye’nin de içinde bulunduğu coğrafyaya bakıldığında en önemli insan hakkı olan yaşama hakkı ihlallerinin inanılmaz boyutlarda olduğunu dile getirdi. Av. Aydın Özcan ülkemizde de insan hakları anlamında sıkıntılar olduğunu söyleyerek, “insan haklarının çağdaş medeniyetler düzeyine gelmesi anlamında çok büyük çalışmalar yapmak durumundayız” dedi. Bu noktada da barolara ve avukatlara büyük iş düştüğünü belirten Özcan, “insan hakları alanında çalışmalar yaparak özellikle eksikliklerin giderilmesi anlamında çok büyük mücadeleler vermek durumundayız” dedi.
İDAM CEZASIYLA BİRLİKTE ÇAĞDAŞ MEDENİYET ÇİZGİSİNDEN HIZLA UZAKLAŞIRIZ
Av. Aydın Özcan konuşmasına şöyle devam etti: “İdam cezasının tekrar ülke gündemine sokulmasını çok yararsız ve hukuk dışı bulduğumu ifade etmek istiyorum. Çünkü Türkiye sadece Avrupa Birliği’ne üye olmaya çalışmıyor aynı zamanda Avrupa Konseyi üyesi bir ülke durumunda. İdam cezasını tekrar getirdiğinizde Avrupa Konseyi’nde sizi hiçbir şekilde tutmazlar ve Türkiye hızla kendisine örnek almış olduğu çağdaş medeniyet çizgisinden uzaklaşır. Bu anlamda özellikle ülkemizde hukukun üstünlüğünün, yargı bağımsızlığının, adil yargılanma hakkının, basın özgürlüğünün, ifade ve iletişim özgürlüğünün hayata geçmesi anlamında çok çalışmalar yapmak zorundayız. Avukatlık Kanunu’nun 95. maddesi de barolara bu anlamda görev yüklemektedir.
İNSAN HAKLARI MÜCADELESİ YÜRÜTÜRKEN ÇİFTE STANDARTTAN KAÇINMALIYIZ
İzmir Barosu olarak gerek ülkemizde gerekse Dünyanın neresinde olursa olsun insan hakları ihlallerine karşı duyarlılık göstermek durumundayız. Ama bunu gösterirken özellikle emperyal devletlerde olduğu gibi çifte standarttan kaçınmak durumunda olduğumuzu da ifade etmeliyim. İnsan hakları herkese insan hakkıdır. Yani sadece bir kesime göre haksızlıkları savunmak insan hakları savunuculuğu değildir. Her kim olursa olsun, hangi etnik kökenden gelirse gelsin, eğer bir haksızlık varsa o haksızlığa karşı önyargısız bir şekilde hareket etmek durumundayız. Avrupa devletlerine bakıyorsunuz, Avrupa’nın içerisinde birçok haksızlıklar yapılıyor. Kendi ülkelerinde ki haksızlıkları görmüyorlar. Türkiye’de ki haksızlıkları görsünler, görmesinler demiyoruz. Ama önce kendi ülkesindeki o haksızlıkları da görmeleri lazım. Geçen yıl İzmir Barosu öncülüğünde beş hukuk fakültesiyle birlikte göç ve iltica sempozyumu yaptık. Uluslararası düzeyde yabancı barolar geldi, yabancı akademisyenler geldi, Birleşmiş Milletler temsilcisi geldi. Ne yazık ki Birleşmiş Milletler temsilcisinin yaptığı konuşmalardan kimse tatmin olmadı. Bugün iki milyon yedi yüz elli bin kişi Türkiye’ye sığınmış, Türkiye bu kişilere maddi ve manevi her anlamda destek olmaya çalışırken, siz Birleşmiş Milletler olarak buna kayıtsız kalıyorsanız işte bu çifte standarttır. İnsan hakları anlamında çok eksiklerimiz var ama diğer ülkelere göre daha objektif daha yardımsever olabiliyoruz bunları da görmemiz lazım. Son günlerde bir algı yaratılarak idam cezası tekrar Türkiye’nin gündemine sokulmak isteniyor. Dünya insan hakları gününde tek dileğim ülkemizin insan haklarına, hukukun üstünlüğüne, yargı bağımsızlığına, basın özgürlüğüne, ifade ve iletişim özgürlüğüne kavuşmasıdır.”
ÖLÜM CEZASININ CAYDIRICI BİR ETKİ GÖSTERDİĞİNE İLİŞKİN BİLİMSEL BİR VERİ YOKTUR
Panelistlerden Prof. Dr. Mustafa Ruhan Erdem, “10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde ölüm cezasını konuşuyor olmaktan dolayı utanç duyuyorum” diyerek başladığı konuşmasında “bugüne kadar ölüm cezalarının caydırıcı veya korkutucu bir etki gösterdiğine ilişkin hiçbir bilimsel veri elimizde mevcut değildir” dedi. Tam tersine ölüm cezasını kaldırmış olan ABD’nin bazı eyaletlerinde bunu koruyan bazı eyaletler veya devletlere göre kasten öldürme suçlarının oranının daha düşük olduğunu söyleyen Erdem, “her toplum suça karşı kendini koruma zorundadır ama ölüm cezası suça karşı en etkisiz araçlardan biridir” dedi. Bugünkü hukuk devleti anlayışına göre cezalandırmanın amacının ödetme veya intikam alma değil, belirli koşullar altında kişilere hatta topluma yeniden sosyalleşme olanağı sağlanması olduğunu söyleyen Prof. Dr. Mustafa Ruhan Erdem, “bu nedenle ölüm cezası modern ceza hukukunun gerek önleme gerekse yeniden topluma kazandırma amaçlarından hiçbirini gerçekleştirmeye yardımcı olmaz” dedi.
İDAM BİR CİNAYETTİR
Bir diğer panelist olan Av. Nihat Toktay ise, idamın inceden inceye hesaplanan bir cinayet olduğunu söyleyerek, “Türkiye’de özellikle olağanüstü dönemlerde idamların çok sık uygulandığını görmekteyiz” dedi. İdamın geriye dönülmez bir ceza olduğunu dile getiren Toktay, “bizler idam cezasına bu nedenle karşıyız. Çünkü mahkemeler de insanlardan oluşur, hata yapabilirler, etki altında kalabilirler” dedi. Av. Nihat Toktay sözlerini “bizler var olduğumuz müddetçe idam cezalarına karşı çıkmak zorundayız. Çünkü idam cezası yaşam hakkının ihlalidir. Onun için de özellikle biz avukatlara bu görev düşmektedir” şeklinde bitirdi.