İstanbul Barosu Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Komisyonunca düzenlenen ‘Hukuk Felsefesi Açısından Ölüm Cezaları’ konulu panel, Merkez Bina Konferans Salonunda gerçekleştirildi.
İstanbul Barosu Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Komisyonunca düzenlenen ‘Hukuk Felsefesi Açısından Ölüm Cezaları’ konulu panel, 16 Ekim 2018 Salı günü saat 18.30’da Baro'nun Merkez Bina Konferans Salonunda gerçekleştirildi.12 Eylül dönemimiinde idam verilen kişiler ile avukatlarının da katıldığı panelde, idam edilen Kadir Tandoğan ve Ahmet saner'in infazlarında savunma avukatı olarak bulunan Ali Rıza Dizdar ise, Kadir Tandoğan'a ait son mektubu okudu. Dizdar, 12eylül cuntasının idamlarına ilişkin de açıklamalarda bulunarak "12 eylül bir idam makinası gibi çalıştı.50 kişiyi idam etti" dedi.
Panelin açılışında konuşan İstanbul Barosu Başkanı Av. Mehmet Durakoğlu, ölüm cezasını, yaşam hakkının hukuk eliyle ihlal edilmesi olarak niteledi.
İhlal edilecek yaşam hakkına bir anlamda da hukukla meşruiyet sağlandığını belirten Durakoğlu, hukukun aslında insansal bir kurum olduğunu bildirdi.
Hak koruma amacını intikama dönüştürmek için idamın eldeki tek vasıta konumunda bulunduğunu hatırlatan Mehmet Durakoğlu, “İdam bu yönüyle de devletin sahip olduğu o olağanüstü cesametin hak ihlali suretiyle gerçekleştirilmesinden başka bir şey değil. Mutlaka cezalandırılması gereken kişinin temel haklarının yok edilmesi kabul edilmemelidir. Tutuklu ya da hükümlü dediğimiz kimsenin, onun da temel hakları bulunduğu gerçeğini görmezlikten gelerek yaklaşıyoruz” dedi.
Bugünlerde idam cezasının yeniden günde gelmesinin söz konusu olduğunu kaydeden Durakoğlu, bu nedenle panelin doğru bir zamanlama ile yapıldığını belirtti ve başarılı geçmesini diledi.
Paneli İstanbul Barosu Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Komisyonu Başkan Yardımcısı Av. Sahir Bafra yönetti.
Oturumda söz alan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sevtap Metin, ölüm cezasına tarihsel bir perspektiften baktı. Ölüm cezasının tarih boyunca kadim toplumlarda uygulandığının bir gerçek olduğunu, ölüm cezasının tarih boyunca hem devlet aleyhine, hem de kişilere karşı işlenen suçlarda uygulandığına tanık olunduğunu belirten Metin, kutsal kitaplarda da ölüm cezalarına ilişkin bazı kıstasların bulunduğu bildirdi.
İdamın, beden üzerinde infaz edilen bir ceza olarak kabul edildiğini, toplumlar gelişerek organize oldukça insan bedeni üzerindeki tasarruf yetkisinin de devlete devredildiğini kaydeden Sevtap Metin şöyle konuştu: “Aydınlanma ile birlikte ceza hukuku ve insana bakış açısı geliştikçe bir dönüşüm olduğu söylenebilir. Ancak aydınlanma döneminde, o dönem aydınları arasında yapılan tartışmalarda idam cezası hala meşru kabul edilmiştir. İdam cezası karşıtlığını kısmen de olsa Thomas More’un ütopya adlı eserinde, İdam cezasına tam karşıtlığı ise İtalyan ceza hukukçusu Cesare Beccaria’nın devlete devredilmez hak olan yaşam hakkını savunan yapıtlarında görüyoruz. Beccaria, idamın caydırıcı bir etkisinin bulunmadığını belirtiyor. Modern ceza hukukunda artık intikam güdücü olmaktan ziyade intikam arka planda kalmaktadır, oysa idam intikam güdücü ve geri dönüşü olmayan bir cezadır”.
Av. Muhittin Köylüoğlu, bazı yazarların idam karşıtı olan yazılarından örnekler sunduğu konuşmasında özetle şunları söyledi: “ Ölüm cezası doğrudan yaşam hakkını ilgilendirmektedir. İdam cezası AB’ye uyum çerçevesinde kaldırılmıştı, yeniden gündeme getirdiler. Birileri ip atıyor, diğeri önüme gelirse imzalarım diyor, çocuk oyuncağı gibi bir şey. İdam öyle bir şey ki, keser dönüyor, sap dönüyor, sadece muhatapları değişiyor. Etkili, yetkili hukukçular idam cezası gelsin dedikten sonra şunu da diyebiliyorlar: ‘Mevcut yargılama ya da yargılaması bitmiş olaylara da uygulansın’. Böylece, orta yerde anayasa, yasalar, hukuk hiçbir şey kalmıyor. Acı olan Gülhane Hattı Hümayunundan beri bu böyle. Hazırlanan yasaların gerekçesi AB ile uyum. Hiçbir dönemde bizim entelektüellerimiz, akademisyenlerimiz, sivil toplum örgütlerimiz ciddi anlamda idama karşı çıkmıyor”.
Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Nevzat Alkan, toplumun bir şekilde gazını almak için kitlelere ‘gerekirse idam cezası gelir’ yolunda mesaj verdiklerini belirterek şöyle dedi: “ Benim kanım, böyle bir ceza geldiğinde Kuzey Kore gibi izole bir devlet haline geliriz. Ama geleceğini de sanmıyorum. Böyle bir olasılık yok, ama yine de irdelenmeli, tartışılmalıdır. En azından artısı eksisi, (artısı hakkında da bir düşüncem yok ama) ne olur bunu masaya yatırmalıyız”.
1980 darbesinden sonra 50 kişi idam edildiğini, son ölüm cezasının 1984 yılında uygulandığını ve daha sonra 1990’larda ölüm cezasının yasalardan çıkarıldığını belirten Alkan, adli tıp açısından idam şekilleri üzerinde bilgi verdi. Alkan, ”Türkiye’de idam konusunda dikkat edilen şeyin, idam edilecek kişinin sağlık durumu uygun mu ve idamdan sonra öldüğünün tespitidir” dedi.
Nevzat Alkan sözlerini şu sözlerle tamamladı: “Sonuç olarak Türkiye çok değişkenli yapıya sahip bir ülke. Konjonktür olarak zor olmakla birlikte İdam cezası yeniden gündeme getirilip çıkarılmak istenirse, Türk Tabipler Birliğinde buna karşı bir duruş var, geçmişte de bunun bir örneği yaşandı, TTB karşı duruşun bir bedeli varsa, onu da öder”.
İstanbul Barosu Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Başkan Yardımcısı Av. Sahir Bafra, ölüm cezaları uygulamalarının yerindeliği üzerinde durdu. Bafra, yerindeliği, tüm yargı aşamalarında olumlu oyla alınmış kararın hak edilmiş sayılması olarak vurguladı.
Hukuk öncesi dinsel yaşam alanlarında ölüm cezasının yerine getirilmesi usulleri üzerinde de duran Bafra, ‘Allahın verdiği canı Allah alır’ söylemini dört başı mamur bir iki yüzlülük olarak niteledi, ölüm cezalarının caydırıcılıkta bir etkisi olup olmadığı konusunu tartıştı.
Sahir Bafra, şöyle konuştu: “Bizim hukuk fakültelerimiz birer lise seviyesindedir, dolayısıyla biz akademik bir eğitim almıyoruz. Bizi yargılayan insanlar bunlar. Verdikleri hükümlerde sorumsuzdurlar. Bu kişilerin adaletle, hatasız karar verme imkânları yok. Eğer bir hukuk devleti var ise, ölüm cezaları için şunu öneriyorum: 1- yargılamaya katılan bütün unsurların pozitif karar vermesi lazım. 2- Geçtiğimiz dönemlerde Yassı Ada’da 15 seçkin hâkim, 15 kişi hakkında ölüm cezası verdiler, ittifakla verilen karar (Bayar hariç) infaz edildi. Siyasi bir suçta açıkça devletin güvenliğini tehlikeye atmaktan bir insanın asılması büyük bir cinayet ve alçaklıktır. Birkaç yıl önce görülen Ergenekon gibi Balyoz gibi siyasi davalarda da bu alçaklıklarla karşı karşıya kaldık”.
AHMET SANER VE KADİR TANDOĞAN'IN İDAMI
Sunumların tamamlanmasından sonra, haklarında idam kararı verilmiş bazı konuklar ve idam cezasıyla yargılanan sanıkların savunan avukatların konuşmalarına geçildi.
25 Haziran 1980 yılında Paşakapı cezaevinde idam edilen Kadir Tandoğan ve Ahmet Saner'in avukatı Ali Rıza Dizdar ise, bizzat infazlarında hazır bulunduğu Kadir ve Ahmet'in infazların bir hukuk katliamı olduğuna dikkat çekerek şu bilgileri verdi:
Ahmet Saner ve Kadir Tandoğan 16 Nisan 1980'de Etiler'de kaçırmak istedikleri Amerikalı subay Sam Novello’nun Tophane’deki CIA merkezinde görevli olduğu biliniyordu. Bu eylemde Hakkı Kolgu hafif yaralı olarak yakalanmış, hastane kaldırılmıştı. Avukatı olarak hastanede ziyaret ettim, Hakkı Kolgu iyiydi. Hatta şaka bile yaptı.Sonra Hakkı Kolgu’nun öldüğü duyuruldu.
Kadir Tandoğan ve Ahmet Saner için yargılama süreci hızlı başladı. Alelacele bir iddianame hazırlandı. 12 Eylül 1980'de askeri darbe hukuku uygulanıyordu. Yani, “asmayalım da besleyelim mi” dönemiydi. MLSPB ana davası ile birleştirilirken, her tutuklanan da bu davaya müdahil edilirken, Ahmet ve Kadir’in davası ayrılarak ve alelacele sözde yargılanıp idam edildiler.İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 3 Numaralı Askeri Mahkemesi idam kararı verdi.İdam kararı kısa sürede çıktı!... Deliller tam toplanmamıştı. Ne keşif yaptılar ne de tanık dinlediler.Kurban Bayramı arifesiydi… Tarih: 2 Nisan 1981.Askeri Yargıtay, Kadir Tandoğan ateş etmediği için kararı bozdu. Aynı gün Askeri Yargıtay Başsavcılığı itirazda bulundu. Bu kez Askeri Yargıtay Daireler Kurulu kararı oy çokluğuyla onadı. Kenan Evren imzalı bir not ile davanın çabuk bitirilmesi yönünde talimat verildiğini de belirteyim.Öyle ki, Avukat Nebi Barlas ile hem tashih-i karar hem de İade-i muhakeme talebinde bulunmuştuk. Tashih-i karar reddedilmişti ama İade-i muhakeme talebiyle ilgili henüz bir karar verilmemişti. Buna yanıt verme gereği bile duymadılar. Yine ana davada gerek avukatlar gerekse dava arkadaşları her fırsatta davanın birleştirilmesini istememize rağmen, hiç duymadılar. 12 Eylül darbesinin oluşturduğu TBMM Danışma Meclisi Kadir Tandoğan ve Ahmet Saner hakkında verilen idam kararını oy çokluğuyla kabul etti. Karar ertesi gün Resmi Gazete’de yayınlandı. Aynı günlerde Ankara’ya bir ABD heyeti geldi. Başlarında ABD eski Ankara Büyükelçisi Robert Commer vardı.Commer CIA ajanıydı. Vietnam kasabı olarak biliniyordu.
Yıllar sonra Commer Ankara’da ne arıyordu? Sözde George Town Stratejik Araştırmalar Merkezi adına gelmişti ve Dışişleri Bakanlığı’ndaki toplantıda Sovyetler Birliği’nin bölgede kargaşa yaratarak yayılmak istediğine dikkat çekmişti. Basına verdiği demeçte şöyle diyordu:“Türk Ordusu demokrasiye inanıyor!”
Ve… CIA ajanı Commer’in başkentten ayrılmasından hemen sonra...
12 Eylül darbesinin oluşturduğu TBMM Danışma Meclisi Kadir Tandoğan ve Ahmet Saner hakkında verilen idam kararını oy çokluğuyla kabul etti. Karar ertesi gün Resmi Gazete’de yayınlandı. Bu kadar hızlı yargılama usul ve esas yönünden çok büyük hatalar barındırıyordu…Kadir ve Ahmet 25 Haziran 1981'de Paşakapı cezaevinde idam edildi. Bu arada, mahkemede İsrail'in Filistin halkına saldırılarını kınadıkları ve mahkeden çıkarken kahrolsun İsrail diye slogan attıkları gerekçe gòsterilerek 59 madde uygulanmadı.
Neresinden bamarsaniz bakın bir hukuk garabetidir. Gerçi diğer idamlarda farklı değil ama bizzat infazlarında bulunduğum için bu imi idamı ankattım.Burada söylemek istediğim, Ahmet ve kadir sadece 12 Eylül Cuntasının idam ettiği iki sosyalist değil, doğrudan Amerika’nın kontrolü ve müdahalesi ile idam edilmişti. İntikam o düzeydedir ki, avukatlara ve ailelerine cenazelerini gömme ve cenazelerine katılma fırsatı bile verilmemiştir. Bizi hiç defin işlemlerine karıştırmadılar. İmam Taşova, bir gün karşılaştığım adliyede bana şunları söyledi: Ben böyle ölüme koşarak giden insan görmedim. Sonradan gidip mezarlarına kapanıp ağladım” dedi.
İdamları çözüm olarak gören, caydırıcılığı vardır diye idamı savunanlara ya da ölüme nasıl gidilir diye merak edenlere bir mesaj olsun diye Kadir Tandoğan'ın infazına 10 dakika kala yazdığı son mektubu okuyacağım."
KADİR TANDOĞAN'IN SON MEKTUBU
Sevgili aileme, anneme, Mediha ablama, Nuriye ablama, kardeşim Meliha, yeğenim servet ve enişteme:
İnanın bu yaşamımda ölmeme değil, sizleri arkada, gözü yaşlı bıraktığıma üzülüyorum. Kolay değil; benimki bir anlık şey. Ya sizler? Ömür boyunca içinizde bir burukluk, bir acı duyacaksınız. İsteğim beni aklınıza getirdikçe ailenin bir ferdini, Kadir'inizi üzülmeden, acı duymadan anabilmeniz. Kolay değil, biliyorum. Beni düşünürken dünyada tek oğlunuz Kadir'inizi yitirmiş bir kişi olarak değil, sadece binlerce kişiden biri olarak düşünmenizi isterim. Böylesi belirli bir teselli, ama daha iyisini düşünemiyorum. Ölmek de doğmak gibi doğal bir olaydır. Ölenlere değil, insan yaşayanlara sarılmalıdır. İşin en doğrusu budur. insan acıyla yaşayamaz. Yaşarsa da mutlu olamaz. İnsan yok olanla değil, ancak varolanla yaşarsa mutlu olabilir. Temennim, bir arada mutlu yaşamaktı, mümkün olmadı. Üzgünüm. Yaşam benle son bulmuyor, bensiz de devam ediyor. Yaşam yaşayanların üstüne kuruluyor. Üzgün değilim; çünkü sizin de bir süre sonra kendinizi toparlayacağınızı, eksik aksak da olsa aile yaşamınızı eski rayının üstüne oturtacağınızı tahmin ediyor, teselli ediyorum kendimi. Bu mektup elinize geçtiğinde ben ölmüş olacağım, üzgün değilim... Mektubum baştan sona hüzün dolu. Ama bu şartlar altında yazmak için aklıma hiçbir şey gelmiyor. Sizleri hüzne boğmak istemezdim. Mektubu uzun tutmayacağım. Hem yazacak fazla bir şey bulamıyorum, hem de fazla hüzün ve ayrılık kelimeleri iyi olmasa gerek. Bütün arkadaşlara, komşulara, akrabalara selam ederim. Her zaman sizi canı kadar seven,
KADİR'iniz...
TEK TİP ELBİSE GİYMEDİKLERİ İÇİN DURUŞMADAN ÇIKARILDILAR, GIYAPLARINDA İDAM
Öte yadan, panelde söz alan 12 Eylül döneminde idam cezası verilen kişilerde, Anayasayı bizzat 12 Eylül cuntasının kaldırdığını, ama Anayasayı ortadan kaldırmaya teşebüsten kendilerine 146/1 maddesince ceza verildiğini, Tek Tip Elbise giymedikleri için duruşmalardan atıldıklarını, savunma hakkının kısıtlandığını ve gıyaplarında idam cezası verildiğini anlattılar.
Panel sonunda sunum yapan akademisyen konuşmacılara birer Teşekkür Belgesi verildi.