özetle; her türlü bilginin birbiri ile yakınlaşıp kaynaşmasının gitgide daha gerekli olduğunun anlaşılmaya başlandığı bir çağa girdik. şükür ki girdik.
Aynur Uluç
hayatın anlamını çözmek çabası korkularımızla ilgili en temelde. yani hayatta kalma dürtümüzle ilgili. hayatın anlamını ve düzenini anlama yolunda giderken insanlık arketipler oluşturmuş ve anladıklarını kısaca aktarabilmek için onları sembolize edecek hikayeler damıtmış dağarcığından. bu hikayelerin dokusu temelini yaşamsal pratikteki gerçeklikten aldığı için de sağlam dokulu ve kalıcı olmuşlar dolayısıyla. böyle olunca biçimdeki bu sağlam doku özdeki yaklaşımları da doğrular nitelikte işlev görmüş muhtemelen.
ilerleyen zaman içinde dinler de bu hikayeleri bünyesine almış.. bu hikayeleri birbirinden ufak değişikliklerle devir almışlar hep. hayatta kalma korkusu, korunma ihtiyacını doğuruyor. bu ihtiyaç ancak bilimsel bilgilerin sağlam zeminde pratikteki hayata akışını sağlayabilirsek değişir. insanların ihtiyaçlarını kabul edip temin ettikleri kaynağı değiştirerek.
ancak bilim inancın kullandığı aynı dili kullanmaz. dolayısıyla yalındır, görkemli değildir. gücün bizde yarattığı cazibeden yararlanamaz, romantizmden yararlanamaz. yani mitsel bir hikaye kadar çabuk kavramaz insanı… duygularına hitap etmez. etkileme gücü zayıftır yani kullandığı dilin.
bilimin insanın bu ihtiyaçlarını da dikkate alıp hepsini birleştirebilen bir yere taşıma zorunluğu var bence… hayatı bölen tasniflerden uzaklaşıp bir bütün olarak insana bakan radikal akıllara… ve o radikal akılların ifadesinin insanlara daha çok ulaşmasına ihtiyaç var.
bu bakışla bakıldığında belki insanın temel ihtiyaçlarını inceleyen sosyoloji, psikoloji gibi bilimlerle daha çok işbirliği yapabilir örneğin fizik, kimya, biyoloji alanları. örneğin tıp insanın ruhu ile de daha çok ilgilenebilir. radikal olarak bakar bir böbreğe bakarken boşaltım sistemine baktığı kadar adamın içine de bakar doktor. ya da bir ekzema sorununa bakarken cildin yapısının yanı sıra onu sıkıştıran tüm faktörlere de bakar, ikisi de işinin dahiliyeti içinde olur.
insan tabiatın davranım biçimini derinden bilirse ve bilindiği temellerin baz alındığı bir toplumda yaşadığını içtenlikle bilirse güven duygusunu bilimden alır. bilir ki evleri yıkılmayacak depremde… bilir ki deprem bir doğa olayıdır sadece. tabiatın kendi dengesini bulduğu bir yerleşme biçimidir. bilir ki yaşadığı topraklar tam da yüzden bereketlidir.. bilir ki yer altı suları satılması için çekilirse buna izin vermeyecek bir yapı var. depremlerin yıkıcılığını önleyecek şeylerin yapılacağına güven duyar. bir yerlerden medet bekleyecek hale gelmez.
bizi sakin tutan şey bilgidir. bilginin yaygınlaşmadığı her yerde yaygın olan gücünü uzun yıllardan almış tüm ögeler devreye girer. inancın kaynağını görmeden, anlamadan, sadece oluşturulmuş sonuçları net bir dille reddetmek, inançları hurafe görmek de bu ihtiyacı anlamadan reddetmeye hizmet edeceği için çözümü beraberinde sunmaz. buna dikkat edilmeden söylenilenler ukalaca sarf edilmiş bir konuşmadan öteye gitmez ve bu haliyle yaşamın içine karışamaz.
özetle; her türlü bilginin birbiri ile yakınlaşıp kaynaşmasının gitgide daha gerekli olduğunun anlaşılmaya başlandığı bir çağa girdik. şükür ki girdik.