sabah duyduğumda çok ağladım iskender’in ölüm haberini.
AYNUR ULUÇ
içimde tarifsiz bir keder oluştu. ölüm her şeyi dümdüz eden bir şey. geri dönüşsüz bir boşluk bırakıyor insanın içinde... sadece kayıp değil içimde kaybettiğimi fark etmediğim bazı duyguların çok geç fark edilişi gibi bir şeydi yaşadığım... anlamak ama iş işten geçmek gibi. ölüm acaip bir tokat gibi iniyor insanın yüzüne. ölünüyor işte yolun sonunda diye unuttuğumuz gerçeği pat diye yüzüne vuruveriyor... ölüyor işte insan ne yapıyorsun gibi bir boşunalık duygusu. ya da doluluk mu demeli. doluluk mu boşluk mu olduğunu bilemediğin bir araf sanki… ve o boşluğu doldurmak artık sana kalıyor. yerine şiir mi sürersin resim mi çizersin suya; artık kendi bilir elinin. zaman bilir belki de en çok.
iskender gitti işte; kendini hayattan geri çekmeyen bu adam elbette kendi olduğu gibi yaşadı hayatını. acısını sevincini kendi olduğu gibi. elinde rakısı ve sigarası içinden geçenleri olduğu gibi akıttı şiirine. onun şiir gecelerine gittiğimde bu denli anlamıyormuşum ondaki doğal olmanın kıymetini. algım şunu yaptı şunu yapmadılarla kirlenmişmiş meğer öğretilmişlikler içinde bocalayan herkes gibi... yer yer gıyabında kızdığım bile oldu ona. yer yer duygulandığım yazdıklarından. yer yer anlamaya çalıştım nasıl bir adam bu. yer yer sarıldım öptüm yanaklarından. o kendi şiirlerini okurken başka bir hâle geçtiğimi anımsıyorum. herkes kendi sırasının olmasını beklerdi sanki o gecelerde... ne zaman adımı çağıracak diye... bense İskender kendi şiirini okusun isterdim ki, o da bol bol okurdu.
ah iskender ilk kez beyin fırtınası ile şiir yazılmasını senden öğrenmiştim çiçeği burnunda bir şair adayıyken... hep birlikte şiir yazdırmayı sende görmüştüm. şimdi çocuklara yapıyorum biliyor musun atölyelerde... onların içlerinden geçen şiiri yakalayıp yazıyorum tahtaya. ve nasıl heyecanlanıyorlar. tıpkı benim gibi... o gün ne heyecanlıydım; oldum olası ortak üretimlere bayılırım. neden saklamadım ki o gün orada çıkan ortak şiiri; sözde o kadar da arşivciyim… ve bunu neden sana hiç söylemedim yaşarken.
neden bir poz kare fotoğraf çekilmedik ki hem. o zaman elimizde akıllı telefonlar yoktu tabii ki... fotoğrafa değil şiire akıyorduk. o zamanlar yaşamak onu belgelemekten daha önemliydi... onun bir şiir gecesinde “merhaba” sözünün anlamını anlatmıştım hiç unutmam, unutmam çünkü korkma benden sana zarar gelmez, demektir demiştim söz almışken. orada o akşam bir arkadaşım oldu bu sayede; adı anarhy. lideri olmayan demekmiş. sözcükteki anlama bakın... o "merhaba", senin şiir gecelerinden bir dost bıraktı bana iskender...
ve bu akşam yıllar sonra aradım anarhy'i. dedim ağladım ki ben çok. n’aptın sen aynur dedi. bilmiyor musun iskender bunu istemezdi. dedim; evet istemezdi ama o istedi diye değil ki, kayıp karşısında benim verdiğim duygumu yaşama biçimim bu. yoksa biliyorum o bir adam öldü diyerek üzülmeyin de, bir adam yaşadı deyin demiş birisi o. öldüğüm gece dansa gidin, olmadı özlediğiniz sevgiliyi arayın diye vasiyet etmiş biri.
bir keresinde şunu demişti anımsıyorum. bana diyorlar ki neden benzer bir acıyı yazıyorsun şiirlerinde; nasıl yazmayım çünkü orası kanıyor ve kanadıkça orayı yazacağım mecbur, bundan daha doğal ne olabilir demişti. şiirler birbirine benzedi benzemedi diye şekil yapan şairlere hayatın damarından bir yanıt gibi düşmüştü içime sözü. bakın yıllar geçmiş halâ kalmış aklımda…
yarın ortaköy’e cenazesine gideceğim. ölmeden göremediğim adama el sallamak için yılların ötesinden. ölüm karşısında tony gatlif’in “gadjo dilo” filminin finalindeki gibi, cenazende toprağa şarap döküp dans edebilir miyim bilmiyorum. seni uğurlarken belki yine tutamam kendimi de ağlarım; ama bil ki bir kere kalkıp da görmeyişime ağlayacağım sağken. kendime bunca çok dalıp hastalığını bilmeyişime. yaşamın hep akıp gider sandığım yüzünde kaybı da görmediğime ağlarım sanki iskender… ama müsaade et ağlayım.
nasıl demiştin bir şiirinde:
“çünkü hayat, ölümün insana oynadığı en trajik, en mükemmel, en acımasız oyunuydu.”
aynur uluç
3 temmuz 2019