İnuitler'in masalları "çok eskiden, gelecekte" diye başlarmış.
İnuitler'in masalları "çok eskiden, gelecekte" diye başlarmış.
İnsanlığın gizli tarihiymiş rüya. Her sözün bir makamı vardır ve her masal bir rüyanın parçasıdır..
Acılar yarıştırılamayacağını bilirdi ama misafirlerine "hapishane ısmarlayıp!" Sinop Zindanı'nı gezdirirken; bir masal cümlesi çıktı ağzımdan: "Ben onun yaşadıklarını yakamda taşıdım!"
Unutmanın da hatırlamanın da ölüsü dirisi vardır, diye düşündü. Kendini unutmak için yıllarca aynaya bakmayan bir mahpusu hatırladı, zindanın önünde.
Madem ki yangından söz ediyoruz, tüm öğrendiklerimiz
külde mi kaldı. "Külde bir hatırayız artık" dedi biri. Sonra kaybolup gitti geçmişin içinde. Tüm unuttuklarımız küldeydi. Hatırlamak için bedenimizdeki ve ruhumuzdaki işaretleri okumak gerekiyordu ama geçmişi ve bedene yazılanları okumanın dili başka, günü ve geleceği okumanın alfabesi başkaydı..
Hatırlamak için külleri eşeleyen biri "Payıma düşen kadar unuttum," dese de bir ömür bilemedi unutmak kimin nesidir?
Yıllardır kendine söylediklerini ona duyurdu:
"Kimi unuttum da kurtuldu kül olmaktan..."
İnsan hep kurar... Kalbini evcilleştirmek için aklını kurar.
Bazı hallerde cümle kurmak devlet kurmak kadar ayıp ve tehlikeliyse de dünyalılar hep kurar.
İlk hekim âh diyene koşanmış..
İlk âh çeken ilk âşık olanmış...
Günlerce çırılyaprak yattığı hücrenin önüne geldiğinde, yıllardır bellek sandığında gizlediği "Utanmak insanın ziynetidir" cümlesini hatırladı, Yıllardır susarak sadece "temenna" yaparak yattığı halde, masal anlattığını sanan komşu hücredeki "deli" muhabbete katılıp, "Ben konuşamıyorum artık, senden önce uyursam, ölürsem dilim ve sözcüklerim senin olsun..." dedikten sonra, aklını çalan gardiyanın evini sorup surların arasından sırlara karıştı...
Hatırlamanın merhametine sığınmışlardı...
Her cümle kendini geçmişe ve geleceğe taşıyordu.
Söz kalınlaştıkça şimdiki zaman inceliyordu...