Sınıf mücadelesinin yolu da ilk önce devletin ne olduğunu anlamaktan geçer.
MUSTAFA KUMANOVA
Engels'e göre diyalektik, "dış dünyada ve insan düşüncesindeki hareketin genel yasalarını inceleyen bilimdir." Çoğu insanın kullandığı ama ne olduğunu da bir türlü anlayamadığı bir kelimedir, diyalektik. Antik Yunan'dan beri vardır. Kısacası karşıtlıkları ve çelişkileri kullanarak değişim ve etkileşim üzerine akıl yürütme şeklidir ya da daha da basite indirgenirse tez, anti-tez ortaya konulmasıyla sentez inşa edilmesi durumudur[tez:işçi, anti-tez:patron, sentez:sınıfsız toplum gibi]. Marks'a göre ise, " Benim diyalektik yöntemimde, fikir, maddi dünyanın insan aklında yansımasından ve düşünce biçimine dönüşmesinden başka bir şey değildir." Diyalektik materyalizm ise toplumdaki değişim ve etkileşimleri bir inanç, tanrısal bir lütuf, bir kader veya bir idea ile değil toplumu oluşturan üretici güçlerin birbirleriyle olan ilişkileri ve etkileşimleri üzerinden açıklamadır, basitçe. Görünen biçimi değil özü gözler önüne serme bir nevi. Nedenler ve niçinler'dir. Çelişkileri ve karşıtlıkları ortadan kaldırmaya, diğer bir deyişle sınıfları yok etmeye çalışmaya çabalamadır. Tabii ki bunların hepsi kağıt üstünde güzel durmaktadır ve karşıtlıklar ve çelişkiler binlerce yıldır ortadan kalkmamaktadır. Hatta karşıtlıklar ve çelişkiler, insanın kaderi olarak, doğuştan gelen tanrısal sınamalar olarak, genlerimizin bozukluğu olarak insanlara ve insanlığa dayatılmaktadır. İsyan etmemeleri, başkaldırmamaları ve boyun eğmeleri gereken insanlara.
Oysa diyalektik hem bir düşünce yöntemi hem de maddi dünyadaki üretim ilişkilerinden bahsetmenin bir yoludur. Genelde insanlar üretimi anlamaya çalışırken insanların ürettikleri malları sadece yapılış şekli olarak görürler. Çoğu insana göre malların nasıl üretildikleri değil o malda ifade bulan değer önemlidir. Yani bir malın ederi, parası. Bu yüzden kafalarını para sayma makinesiyle değiş tokuş eden liberallere göre her şey ticari bir işlemdir. Kimileri yer, kimileri hizmet eder ve siyasiler bu düzeni sürdürmek için vardır. Fakat Marx'ın öteye gittiği yer, bu değerlerin kendilerinin, doğru zamanda doğru bir yerde belirli malları değerli yapan toplumsal ilişkilere nasıl bağımlı olduğunu görmeye bizi zorlar. Diğer bir deyişle Marx, şeyleri değişim değeri ile birlikte değerli "mallar" yapan toplumsal ilişkilere bakmamızı ister. Bu, bize maddi ilişkilerin sosyal dünyasını daha zengin ve daha kapsamlı bir şekilde anlamamızı sağlar. Görüntü ve özün farklı olduğunu anlamamızı ister. Çünkü insan dünyayı üretimin tarihsel şekil içinde nasıl ve niçin ortaya çıktığını sorgulamaksızın olduğu gibi görür. Çünkü dünyanın farkına varmanın insanı götüreceği yer devrimciliktir. Çünkü dünyayı daha farklı algılama insanın nasıl ve niçin sömürüldüğünü anlamasına yol açacaktır. Bu da hakim ideolojinin karşılaşabileceği en büyük tehdittir.
Peki tüm bu çelişkiler ve zıtlıklar içinde ayaklanan insanlar gerçeği niçin göremezler? [Çok uzağa gitmemimze gerek yok! Çok yakın zamanda "Arap Baharı " gibi gelişmeler bütün dünyayı heycanlandırdı. Ama gerçeği göremeyince tüm bu gelişmelerden egemenler faydalandılar.] Sorunun asgari ücretin düşüklüğü değil de kapitalizmin kendi doğası olduğunun bilincine varamazlar? Neden zenginlerin sömürüsünü tamamen ortadan kaldırmak yerine zenginden daha çok vergi alınmasını talep ederler? Niçin devlet denilen kavramın sınırları belirli bir coğrafyaya gönül bağıyla bağlanmış insanların mutlu ve huzurlu yaşamalarını sağlayan olarak kendisine gizem atfedilen bir dokunulamaz olmadığına, sadece egemen sınıfın sömürüsünün bir aracı, bir hizmetkarı ve özel mülkiyeti kaybetme endişesi ve korkusuyla yaşayan servet sahibi bir azınlığın haklarının güvencesi olduğuna inanmak istemezler. Ve en önemlisi milliyetçilik vebasına yakalanıp neden "biz" ve "bizden olmayanlar" ayırımına kapılan ezilenler devlet adına ölme ve öldürmenin aslında patron adına ölme ve öldürme olduğunu göremezler?
Althusser, devleti, devlet iktidarı ve devlet aygıtları olarak ayırarak Devlet'in tanımını yapar. Devlet aygıtlarını Baskıcı Devlet Aygıtları ve İdeolojik Devlet Aygıtları olarak ikiye böler. Althusser'e göre İdeolojik Devlet Aygıtları, dini kurumları, eğitim kurumlarını, geleneksel aile yapısını, politik sistemi ve popüler kültürü vb. içerirken; Baskıcı Devlet Aygıtları, hükümeti, yürütmeyi, orduyu, polisi, yargıyı, hapishaneleri vb. kapsar. Tek bir Baskıcı Devlet Aygıtı ve çok sayıda İdeolojik Devlet Aygıtı varken, onları birleştiren şey, hepsi, "onlardaki ideolojik çelişkiler, egemen ideolojinin hakimiyeti altındadır". Yani devlet "üretim ilişkilerinin yeniden üretilmesi için vardır". Yani devlet kapitalist sömürünün bekası için vardır.
Tespit bu kadar açık iken; devlet denilen mekanizma ile yüzleşmeden sadece hükümetin kemer sıkma ve neoliberal politikalarını protesto ederek sömürülmekten ve yoksulluktan kurtulabilir misiniz? Kavramsal ve kurumsal olarak devlete karşı mücadele yürütemeyen meclis çatısı altındaki tüm muhalif partilerin peşinden giderek demokrasi ve eşitlik yolunda korku imparatorluğuna karşı herhangi bir başarı kaydedebilir misiniz?
Üzerine düşünülmesi gereken sorun budur? Bu sadece ekonomik bağımsızlığın değil aynı zamanda gerçek demokrasinin de inşası yolunda atılacak ilk adım olacaktır. Devlet denen mekanizma mevcudiyetini koruduğu sürece kapitalist burjuva sınıfı sıkıştığı ve bunalıma girdiği noktada despotik ve totaliter devlet yönetim anlayışlarına başvuracaktır. Bu ise işçi sınıfının tarihsel mücadeleler sonucu kazandığı tüm biçimsel demokratik hakların geri alınmasıdır. Biçimsel ve gerçek demokrasi önündeki görünmeyen en büyük engel devletin kendisidir. Devletçi ve özelde milliyetçi olan hiçbir hareket devrimci bir yapıya dönüştürülemez. Doğduğunda her ne kadar devrimci olarak sunulsa da evrileceği yer karşı-devrimci saflardır. Tıpkı "devrimci" burjuva sınıfının 1789 Fransız Devrimi'nin "özgürlük, eşitlik, kardeşlik" şiarına ihanet edip karşı-devrimci olması gibi...
İster ileri ister ileri uç enternasyonalist olun, eğer sınıf mücadelesini anlamazsanız, hiçbir şeyi anlayamazsınız! Sınıf mücadelesinin yolu da ilk önce devletin ne olduğunu anlamaktan geçer.
Bazı şeylerin parlamenter sisteme sadık kalınarak nasıl mümkün olamayacağının en güzel misallerinden biri Avusturya-Marksist Okulu'dur. Devrimci hedefleri reform yanlısı pratik ile baş göz etmenin nasıl bir hüsranla sonuçlandığının resmidir. Yanılgıya düştükleri ise; egemen sınıfın işçi haklarına saygı duyacağını, iktidarı ele alabileceklerini ve sosyalizmin parlamenter cumhuriyet yapısı içerisinde en iyi gerçekleştirilebileceğini ve kitlesel eylem olmaksızın toplumu dönüştürebileceklerini sanmalarıydı.