Bu sessizlik nereye kadar sürecek? Her geçen gün bıçak kemiğe dayanıyor ve işsizlik oranı artıyor. Sadece Türkiye'de değil, bütün dünyada.
MUSTAFA KUMANOVA
Gerçekliğin yalanında ya da yalanın gerçekliğinde yaşamak ve de yaşamaya mecbur edilmek değişmeyen kaderidir kulluk kültürünün, bütün varlığını seferber ettiği despot krallığında. Sadece korkular yetmez, yalanlar üzerine de inşa edilir despotluğa giden yollar. Ama o yolda öyle bir engel vardır ki...bütün bir krallığı bir anda paramparça yok edebilir. Tek adam olma hevesi kursaklarda kalabilir. Bunun farkında daha yeni olanlar ise "milli beka" yalanıyla çözüm bulacaklarını zannederler. Fakat o engel tek adam dinlemez. Aç insan tek adam dinlemez. Açlık tek adam dinlemez. İşsizlik tek adam dinlemez. Ama normal bir ülkede, normal koşullar altında; talanın, hırsızlığın ve toplumsal çürümenin arşa çıktığı bir ülkede değil. O yüzden de diktatör çok rahat. Çünkü ona oy verenler işçiler ve işsizler. Yine de diktatör onlardan korkar, ya eğer bir araya gelip birleşirlerse...
İşçiler ve işsizler...Kader tayin ediciler...
İşçinin "kaderi"dir, "fıtratı"dır vurgun yemek. Eskiden, çok eskiden sadece sünger çıkaran deniz emekçileri vurgun yerlerdi. Modern kapitalist toplumda ise bütün işçiler ve işsizler vurgun yiyorlar. Gözlerine perde çekilen, sesi kısık işçiler ve işsizler...Asıl sorunun robotlar, ekonomik krizler, batılı düşmanlar, onlar, bunlar değil de sessizlik, suskunluk, biat olduğunu göremeyen işçiler ve işsizler...İlahi bir emir ya da alınlarına damgalanmış bir kadermişcesine kendilerini vurgun yemeye mecbur hissetmeye mahkûm eden işçiler ve işsizler...
İşçiler, maaşlarından vurgun yerler, sesleri çıkmaz; iş kazalarında vurgun yerler, sesleri yine çıkmaz; işten atılırlar, gene sesleri çıkmaz; tazminat hakları, grev hakları, yaşam hakları ellerinden alınır, yoksulluğa ve yokluğa terk edilirler, gene sesleri çıkmaz. Bayrağına ve milletine laf gelirse avazları çıktığı kadar bağırırlar.
İşsizler, cepleri cepkenleri delik, boyunları bükük iş bulamayıp her gün evlerine dönerler, sesleri çıkmaz. Aile baskısı, çevre baskısı, toplum baskısı yerler, sesleri yine çıkmaz. Travma, bunalım, buhran ne kadar psikolojik vakıa varsa yüzleşirler, gene sesleri çıkmaz. Yaşam hakları ellerinden alınır, gene sesleri çıkmaz. Bayrağına ve milletine laf gelirse avazları çıktığı kadar bağırırlar.
Oysa, mazide bir zamanlar, "Zetip’li işçiler devrimci fikir ve düşüncelerle ülkenin içinde bulunduğu bu toplumsal şartlarda, bizzat yaşamın içinde tanışmış, kimilerinin aksine teorik siyasi donanımlarını sınıf mücadelesinin sıcak pratiğinde geliştirmişlerdi. Kapitalizmin ücretli kölelik düzenine karşı daha insanca çalışma şartları uğruna taleplerimizi, o güne kadar varlığı yokluğu pek belli olmayan sarı sendikanın temsilcilerine ileterek üzerlerinde baskı kurmaya başlamıştık. Bu durumdan pek hoşnut olmadılar elbette. Ancak artarda yaşanan “iş kazaları”, oluk oluk akan kan işçinin öfkesini artırmış, bu sendika ve temsilcileriyle bu durumun daha fazla devam edemeyeceği ortaya çıkmıştı. Artık bıçak kemiğe dayanmıştı.(Sefaköy-Zetip Fabrikası Direnişi, Aktaran: Erdoğan Resimci)
Şimdiyse o direniş geleneğini, 15-16 Haziran'ları, Kavel'leri, Tariş'leri, Zetip'leri bile hatırlamayan,
Bir zamanlar bıçak kemiğe dayandı mı haykırışları sel olan, şimdiyse ıssızlıklar içinde sesleri çölleşen işçiler ve işsizler...
Bu sessizlik nereye kadar sürecek? Her geçen gün bıçak kemiğe dayanıyor ve işsizlik oranı artıyor. Sadece Türkiye'de değil, bütün dünyada. Şu an dünyada işçiler ve işsizler, kendi çıkmazlarına bir alternatif sunduklarını sandıkları sağcı popülist liderlere bel bağlıyorlar; solun üzerine ölü toprağı serpildiği günümüzde. Ama nereye kadar? Çünkü açlık sağ sol dinlemez. Kapitalizm artık sonuna yaklaşıyor. Ekonomik krizden çok daha beter bir uygarlık krizine dönüşmüş durumda. Burjuva ideolojisi hemen hemen her şeyi metalaştırıyor; eskiden uğruna mısralar döktürülen aşk bile tek taş pırlantalaştı, dahası var mı? Kar uğruna ve para hırsı uğruna dünyayı yok oluşa sürüklüyor. Kar oranları düştüğü anda daha büyük işsizler ordusu yaratıyor. Toplumsal kargaşa gün geçtikçe artıyor... Kadınlar ve çocuklar erkek cinayetlerine kurban gidiyor. Dünya kirleniyor. Denizler kirleniyor. Gökyüzü kirleniyor. İnsanlar kirleniyor.
Eğer işçiler ve işsizler sermayenin gün geçtikçe daha az ellerde toplandığı bir dünyada sınıf atlayacaklarını, "Amerikan Rüyasının" gerçek olacağını ve kendilerini geçici sıkıntı yaşayan milyonerler zannediyorlarsa fena halde yanılıyorlar. Çünkü dünyadaki tablo ortada ve her geçen yıl daha da kötüleşiyor.
İşçiler ve işsizler, kendileri farkında olmasa da "kapitalizmin mezar kazıcıları", bayrak, ulus ve bir parça daha fazla "sadaka" peşinde tek bir gerçeği unutuyorlar.
"İşçinin milliyeti Fransız, İngiliz ya da Alman değil, emek, bedava kölelik, kendi kendini satmaktır. Onu yöneten hükümet Fransız, İngiliz ya da Alman hükümetleri değil, sermayedir. Doğduğu yerin havası Fransız, İngiliz ya da Alman havası değil, fabrika havasıdır. Ona ait olan topraksa Fransız, İngiliz ya da Alman toprağı değil, yerin birkaç karış altıdır." (Karl Marx, 1845, Draft on an Article on Friedrich List's Book: Das Nationale System der Politischen Oekonomie)