İnsanlar doğar ve var olurlar. Doğduktan sonra ne olacaklarına karar verirler. Hiçbir insan bir siyasi partiye, bir ulusa, bir dine ait olanlar olarak doğmaz. İnsanlar belli bir amaca hizmet etmek ya da bir fikri yerine getirmek için de doğmazlar.
Sadece doğarlar.
Sadece var olurlar.
Her şeyin ötesinde her insan çıplak ve özgür doğuyor. Hayatı boyunca hayattan ne anlam çıkardığına göre seçimlerini özgürce(?) yapıyor ve bireyin tutkuları-sonraki kimlik arayışları- hangi yolda ilerleyeceğini seçmesinde belirleyici oluyor. Bunlar gerçekten özgür olan bir birey için geçerli. Ama birey yalnız başına değildir ve bir toplum içinde yaşıyor. Ve o toplum da sınıflardan oluştuğu için ve toplumun alt yapısı sömürüye dayandığı için kimlik seçiminde ve tutkularının bağımsızca kimlik seçimlerinde hareket etmesinde ne kadar özgür davranabiliyor? Ve özün gerçek olmadığı, görüntünün gerçekmiş gibi sunulduğu bir medeniyette sunulan kimlikler birilerinin dayatmasından ibaret olmadan alt yapısı sömürmeye dayanan bir toplumda nasıl saf ve temiz olabilirler? Sömürüye dayanan bir düzen içerisinde çoğunluğun azınlığın kölesi haline getirildiği ve gittikçe de tarihsel birikimi içinde zenginliğin ve bolluğun belirli ellerde toplandığı günümüzde o çoğunluğa kimlikler adı altında sömürünün üzerini örtmek için sunulan görüntüler ne kadar gerçekçiler?
Duyguların okşanması ya da üstünlük elde etme hissi herkesin hoşuna gider. Hele ki bir kimlik bunları sağlayabiliyorsa sorgusuz sualsiz o kimliği sahiplenir üzerimize geçiriveririz. O kimlik artık bizim kıyafetimiz olur.
Daha da ötesi giydiğimiz bu kıyafeti o kadar severiz ki benliğimizle özdeş hale getiririz. O kimliğe herhangi bir saldırı olduğunda taarruza geçer ama biz de sahip olduğumuz kimliğin verdiği üstünlükle komplekslerimizi ve duygularımızı okşadığından alt kimlikleri gördüğümüzde saldırmaktan ve ezmekten imtina etmeyiz. Yaşarken birçok kimliğe ihtiyaç duyarız. Bu kimliklerin kendimizi ifade etmemizin basit yolları olduğuna kanaat getiririz belki de. Kendimizi çoğunluk hissetmemizin yolu da çoğunluğun sahip olduğu kimliklere sahip olmaktır. Bir kimlik çoğunluk haline getirildiğinde ise o çoğunluğu oluşturan insanların beyinlerinin ele geçirilmesi, onların güdülüp istenilen istikamete yöneltilmesi ve neticesinde farkına varamayacakları şekilde gizliden ve görünmez şekilde sömürülebilmesi kolay hale gelir. İnsanlar kimlikler vasıtasıyla finansal ve sosyal başarıya ulaşarak ontolojik değerlerini kanıtlayabilecekleri yanılsaması içinde yaşıyorlar. Kendilerini kimlikleriyle ifade edebildiklerini varsayıyorlar. Bu onlara bir üstünlük hissi veriyor. Ve fayda ve çıkarlar kamçılandığı ve teşvik edildiği ölçüde kimlikleri uğruna sergiledikleri davranışların, politika yoluyla sağlanan meşruluk bir savunma mekanizması oluşturmaya olanak verdiğinden, kendi kimliğinden olmayan karşısında gösterdiği şiddet, normalleşiyor ve içsel hale geliyor.
Sömürüyü gizleme ve siyasi üstünlüğü sağlama doğrultusunda burjuva sınıfı tarafından sömürülenler üzerinde yaratılan tüm bu çoğunluk kimlikler nihayetinde sürekli bir şekilde şiddeti doğururlar. Şiddet ve kimlik iç içe geçer. İçerisine politika bulaştırılmış şiddetsiz bir kimlik, kimliksiz bir şiddet pratikte neredeyse hiç yoktur. Kapitalist bir burjuva için kar elde ettiği sürece bir işçinin dini, milliyeti, ırkı, rengi, kültürü, dili hiçbir surette bir önem arz etmese de siyasi üstünlük kurma açısından sömürdüklerinin sömürüldükleri için değil kimlikleri için mücadeleye yönlenmesinde ve bu doğrultuda kışkırtılmasında fayda vardır. Yaratılan şiddet ise kar getirdiği sürece meşru hale getirilerek toplumsal yapının çeşitliliğine göre dincileştirilir veya millileştirilir.
Doğumumuzdan itibaren üzerimize giydirilen kimlikler karnımızı doyurmaktan daha değerli değiller. Çalınan emeğimizden, çalınan hayallerimizden, çalınan umutlarımızdan daha değerli değiller.
Geleceğimizi kimlikler belirlememeli.
Çünkü,
İnsan bir kimlikle doğmaz.
Her insan çıplak doğar.
Ve sonradan "giydirilir".