Güncel

Mustafa Kumanova: Korona virüs günlerinde yalan ve çözüm

Nihai çözüm ise? Sensin, benim...

4 Mayıs 2020 Saat: 18:34
Mustafa Kumanova: Korona virüs günlerinde yalan ve çözüm
Mustafa Kumanova: Korona virüs günlerinde yalan ve çözüm

MUSTAFA KUMANOVA


Herkes yalan söyler. "Ben en çok yalandan nefret ederim" diyenler de yalan söyler.

Bataklık içinde yaşayıp da ben çamura saplanmadım, tertemizim demek de bir yalandır. Koca bir yalan üzerinde yükselen bir sistem altında yaşayan herkes yalan söyler. Kimi az söyler kimi çok söyler. Kimi kararında söyler kimi abartarak söyler. Kimisi beyazdır kimisi yılan ama herkes yalan söyler. 

Peki ama en çok ve en sık kimler yalan söyler? En çok yalanı genelde siyasiler, özelde ise mutlak iktidarın en tepesinde yer alan tek adamlar söyler. Mesela emperyalist imparatorluğun en tepesindeki bir başkan milyonların gözü önünde rahatlıkla söyler: 

"Amerika halkına bir şey söylemek istiyorum. Beni dinlemenizi istiyorum.

Bunu tekrar söyleyeceğim. Bu kadınla,  Levinski hanımla seksüel bir ilişkim olmadı. Kimseye yalan söylemedim, bir kere bile, hiç. Bu suçlamalar asılsızdır."

Ya da korku imparatorluğunun en tepesindeki otoriterler söyler:

". . . Bizler kendisi yemeyip bize gönderdiği infaklarla bugünlere ulaştık. Ben bütün bu camianın, harama el uzatmaktan kendisini ne denli sakındığını biliyorum." Ya da,  "İmam hatip camiasının yetimin hakkını korumakta, milletin tek kuruşunu kılı kırk yarar bir hassasiyetle muhafaza etmekte ne denli hassas olduğunu çok iyi biliyorum. . ."  Yalanın nasıl gerçeğe, gerçeğin ise nasıl yalana dönüştürüldüğünün güzel örnekleri.

Aslında yalan söyleyenlerin çoğu bir gerçeği unuturlar. İstediğiniz kadar yalan ve yanlış konuşun yalan ve yanlış karşısında doğru ve gerçek her zaman kendini hatırlatır.

İyi de liderler ve politikacılar niçin bu kadar sık yalana başvururlar? Çünkü "yalana en kolay kananlar çocuklar ve halktır". Neden halktır? Halkın kendisi de bir yalandır da ondan. Halk ve özelde halkçılık kavramı sadece sınıfsal mücadele perspektifinin yok edilmesi için yaratılmış hiçbir bilimsel tarafı olmayan bir yalandır da ondan.

[Millet, milli olma, milliyetçilik de burjuva sınıfının ekonomik ve ideolojik çıkarları doğrultusunda iktidarı ele geçirmesi adına kilise ve aristokrasi ve onların politik silahı din kurumu karşında siyasal olan ile ulusal olanın çakıştığı benzer hayal ürünü tarihi yalanlara bulanmış sonradan yaratılan kavramlardır.]

Toplum halklardan oluşmaz. Toplum birbiriyle çatışma ve politik rekabet içerisinde olan ve karşıtlıklar ve çelişkiler arasında ekonomik ve ideolojik gizli bir savaşın yürütüldüğü her birinin çıkarları birbiriyle çelişen sınıflardan oluşur.

Toplum sınıfsız olamaz. Patron ve işçi, toprak ağası ve maraba, efendi ve köle... Oysa yaratılan "halk" yalanı sınıfsızdır. "Sınıfsız, kategorisiz, çatışmasız, bölünmez bir bütün olan halk." Böylece dayatılan burjuva sınıfının egemen olduğu tüm üst yapının payandası olan milliyetçilik vurgusunun ön plana alındığı homojen, işçi sınıfı mücadelesinden kopuk bir toplum değil de bir yığın olma algısı olur. Böyle olduğu için de gerçek yalana ve yalan gerçeğe basitçe dönüştürülür. Hele bir de elinizin altında din, milliyetçilik ve her şeyi serbest pazar ve parasal işlemler olarak gören ve liberalizmin çıkış ideallerine ihanet edip beyinlerini para sayma makinesi ile değiş-tokuş eden liberaller varsa...

Ve ancak distopik filmlere konu olabilecek insan ayrımı yapmayan bir virüs belasıyla yüzleşilen bugünlerde ise, biçimsel demokrasinin siyasi bekçiliğini yaparken ekonomik eşitliğe dayanan gerçek demokrasinin semtine dahi uğramayan ve neo-liberal finans aristokrasisinin ve finans kapital lümpenlerinin oyun sahasının virüs salgını nedeniyle çökme ihtimaliyle tir tir titreyen liberal aydınların ve toplumsal servetin kaymağını yiyen bir avuç seçkinler sınıfı ve de onun siyasetteki otoriter kuklalarının yalan mekanizmasını "normalleşme" adı altında devreye sokmaya çalıştıkları görülüyor. "Normalleşme" diye pazarlanan şey ise modern toplumun "ulusal ordulardan daha tehlikeli" virüsü olan bankaların ve finans kapital aristokrasinin geleceklerinin kurtarılmasından başka bir şey değildir.

Kısaca binlerce yıllık ezilenlerin tarihinde ezilenlerin kanlı mücadelelerle elde ettikleri tüm insani hakları ve değerleri ekonomiye feda etmektir. İnsan hayatını faiz, borsa ve döviz karşısında hiçe saymaktır. Ve tüm insani değerlerin ekonomiye galebe çalması için başvurulan yegane araç ise yalandır. Çıplak bir yalan...

Bu yalan en az korona virüs belası kadar tehlikelidir. Çünkü yalan milliyetçilik ve din gibi egemen sınıfların her dönem hizmetine amade olan ideolojik araçlarla içselleştirildikçe beraberinde getireceği toplumsal kanama, yalanla yutturulmaya çalışılan aydınlık bir geleceğin değil insani çölleşmenin habercisi olacaktır. Bu aynı zamanda tüm muhalif kesimlerin susturulduğu toplumsal bir çürüme ve akabinde gelecek toplumsal bir çöküş olacaktır. Asıl distopik geleceğin kapısını bu yalan açacaktır. 

Geride kalan ise ölü masum insanlar olacaktır... Ezilen sömürülen baldırı çıplak insanlar... Ezenler ise güvenli evlerinde gelecek sömürü planlarını yapmakla meşgul olacaklardır...

Bu karanlıktan çıkış kapısını bir tek sosyalizm ile aralayabiliriz. Çünkü asıl virüs milliyetçiliktir, ırkçılıktır, faşizmdir. Çünkü asıl virüs merkez bankaları, bankalar ve ulus-devletlerdir.

Çünkü, "sosyalizmin nihai amacı, güzel olduğu kadar basittir: tüm insanların tahakkümden kurtarılması, güdük hayaller ve yabancılaşmanın, insani gelişim ve sınırsız yaratıcılık ile yer değiştirmesi." 

Çünkü, sosyalizmin en temel ilkelerinden biri ulusal sınırların kaldırılmasıdır. "Yeryüzünün vatan insanlığın millet yapılmasıdır."

Nihai çözüm ise?

Sensin, benim...

YORUMLAR

Bu Habere Yorum Yapılmadı. İlk Yorumu Siz Yapmak İster misiniz? 
Lütfen Resimdeki kodu yazınız
 

Net Haber Ajansı Tavsiye Formu

Bu Haberi Arkadaşınıza Önerin
İsminiz
Email Adresiniz
Arkadaşınızın İsmi
Arkadaşınızın E-Mail Adresi
Varsa Mesajınız
Güvenlik KoduLütfen Resimdeki kodu yazınız