Mayıs olayları, hem Fransa'da, hem de başka herhangi bir yerde, fırtınalar kopararak ülkede kapitalizmi kelimenin gerçek anlamıyla felce uğrattı. Fransa'da "komünizmin" ilan edilmesine ramak kalmıştı.
1968 Fransa Devrimi sanılanın aksine bir öğrenci hareketi değildir. Evet öğrenciler kıvılcımı tutuşturmuştur ama o kadardır. Türkiye'de kendilerini 68'li olarak lanse edenlerin çoğunun 1968'in gelişmelerini pek kavradığı söylenemez; o günkü koşullara göz atıldığında ve iç dinamikler itibariyle böylesi bir pratikten geçmeleri mümkün değildi. 68 ne hippiliktir, ne feminizmdir, ne de cinselliktir. 68 ruhu büyük oranda manipüle edilmiştir. Oysa 68 ruhu Genel Grev'dir. 68, işçilerin ne olduklarının ve güçlerinin ne olduğunun farkına varmalarıdır. 1968 Genel Grevi, De Gauelle'ye "Fransa komünist oldu," dedirtip ülkeden kaçma planları yaptıracak kadar büyük bir işçi devrimidir.
Dünyanın seyrini ve insanlığın kaderini değiştiren grev ise 1917'nin Mart ayında St. Petersburg'ta gerçekleşti. 8 Mart, Şubat Devrimi Rusya'yı sarstığında(Julyen takviminde 23 Şubat, Gregoryen takvimde 8 Mart) Rus emekçi kadınlar [devrimlerde merkezi rol oynayan ancak genelde sosyalist, özelde Marxist erkekler tarafından görmezden gelinen ve oynadıkları rollerin devrim anlatısında üstü örtülen kadınlar...] isyanda lider rolü oynadılar. Bolşevikler de dahil olmak üzere her partinin muhalefetine rağmen, Uluslararası Kadın Günü gösterisini Petrograd'ın tüm işçi sınıfının sürüklendiği genel bir greve dönüştürdüler ve Rus Ekim Devrimi'ni dünyaya getirdiler.
Bizim gibi binlerce yıllık despotik yönetimler altında kulluk kültürünün yozlaştırdığı, toplumu bırakın bireyin ve birey haklarının esamesi dahi okunmayan ve klasik burjuva devrimlerinin hiçbirisini gerçekleştiremeyen, kişi tapıncının köreltici etkisi altında kurtarıcılar yaratarak umut arayan ve "bayrak ve ezan"la karnı doyurulan oysa karanlık bir boşlukta olup da bunun farkına bile varamayıp o boşlukta birileri tarafından kurulan salıncakla avutulan işçilerin olduğu bir ülkede ise yakın tarihimize ilişkin grevler kısaca şöyle seyretmiştir:
Türkiye'de grevler ise, dogrulukpayi.com'un analizine göre; 1985-2000 yılları arasında yılda ortalama 127,5 grev gerçekleşirken grevlere katılan ortalama işçi sayısı 47 bin 534'tü. 2001-2015 arasında ise yıllık grev ortalaması 20,2'ye, greve katılan işçi sayısı ise 6 bin 713'e düştü. Sosyal Çalışma Bakanlığı'nın verilerine göre ise, 1960-1980 döneminde toplam 1.437 greve 344.620 işçi katılmıştır. En çok grev ve katılım sayısı 1980'de gerçekleşmiştir: 220 grev ve 84.832 işçi katılımı. 1963 yılında grev sayısı 8 iken 1964 yılında 83'e çıkmıştır. İnişli çıkışlı iki yılın ardından sayı 1967'de 101'e ulaşmıştır. Sonraki yıllarda düşme eğilimi göstermekle birlikte 1974 ve 1975'te grev sayısı 110 ve 116'dır.
Günümüzde ise grev sayısı parmakla sayılacak kadar azdır. Hatta geçmiş yıllarda OHAL ile birlikte getirilen grev yasağı da etkili olmuştur[RTY, “İş adamlarının önünü açtık, OHAL’le grevi durdurduk.”]... Tüm bu istatistiksel rakamlar acı bir gerçeği de gözler önüne seriyor. Adaletsizlik ve eşitsizlik arttıkça, ekonomik ve toplumsal kriz derinleştikçe mavi yakalı işçi sınıfı sola değil sağa kayıyor. Hem Türkiye'de hem de dünyada... Görünürdeki tehlike ise, klasik liberalizmin çıkış ideallerini çoktan terk eden kapitalizmin yapısal krizlerini(şu anda dünyada gerçekleşen sadece ekonomik bir kriz değil burjuva sınıfının medeniyet krizidir; tüm ahlaki ve insani değerler ayaklar altına alınmaktadır) aşma uğruna ve çıkarları(kar) gereği sağ politikaları aşırı milliyetçi ve din yanlısı/karşıtı söylemler ve uygulamalar üzerine bina etmesidir. Bu da, her geçen gün gerçeği görmeyip kendilerine algılatılan görüntünün peşinde kapitalizmin ve dolayısıyla egemen sınıfın paralı askerleri halinde sıraya giren ezilen halkları hayatlarının hiçe sayıldığı savaşlara götürüyor.
Genelde sıradan insanların görmediği ve görmek istemediği, kapitalistler, normatif yönelimlerini -değerleri, hedefleri, etikleri, kültürlerini vb. - gömülü oldukları toplumsal yapıya uyarlamak için muazzam bir baskı hissederler. Kapitalistlerin teşvik ettiği tek ahlaki kodlar, kar ve zarara kimlerin yardım edip etmediği ile ilgilidir. Ezilen halklara yutturulan tüm milliyetçilik anlatıları ve dini anlatılar aslında bilançodaki kar ve zarar hanesinin hizmet sağlayıcısıdır. Bir kapitalistin tek derdi özel mülkiyeti koruma ve onu kaybetme endişesidir. Çünkü eğer rüzgar tersinden eserse ya da hava aniden değişirse gemisi batabilir, spekülasyonları tutmayabilir ve çoktan kaybettiği sosyal konumuyla birlikte kendini fakir bir insan olarak bulabilir.
"Bir akıllı bir bilgenin dediğine göre, eğer elinizin altındaki tek araç bir çekiç ise, dünyayı bir çivi olarak görürsünüz. Psikoloji alanında buna bir dış değer biçecek olursak; eğer tek arzunuz paraya sahip olmak, zengin olmak(dolayısıyla gücü ele geçirmek) ise, o zaman dünyayı zenginleşmeniz/güçlenmeniz için bir ham madde haline getirmeniz ve dönüştürmeniz gereken bir engel(düşman) olarak görürsünüz." Elinin altında çekiç olan(kimlerin çekiç olduğunu tahmin edebilirsiniz!) her patron için işçi bir çividir. Karınları tıka basa dolu olan bu göbekli paralar, havsalanın almayacağı ve vicdanın akıl erdiremeyeceği bir acımasızlıkla işçileri durmadan çakarlar...
Peki, sendikalar? Geçmişte işçi bilincini değiştirebilecek aktif sınıf mücadelesi meşalesini burçlarına diken ve fabrikalarda işçi temsilcilikleri ya da işçi hakları için ciddi kavgalar veren sendikalar?
Ne yazık ki, karşılıksız para basma yöntemiyle bir iki ayda servetlerine servet katan %1'in "normalleştirildiği" şu salgın günlerinde hükümetlerin törpüleri olmuşlardır... Arada çıkan çapakları törpüleyen...
Ya sosyalist devrimciler?
"Yalnızca beklerler
Alışıktırlar buna"
Ta ki ulaşana kadar
O kaçınılmaz aşka!
Alıntılar ve Kaynak: Mayıs 1968 Fransız Devrimi - Alan Woods Grevin Doğuşu - Dermont Feenan