Bir süre gazetelerde öyküleri ve makaleleriyle okuyucularıyla buluşan Lütfiye Nacak, bu kez Cennetime Bakarken adını verdiği romanıyla okuyucu karşısına çıktı.
Yazar Raif Zor, kitap tanıtımı için yazdığı yazıda Lütfiye Nacak’ın ‘Cennetime Bakarken’ romanı şöyle tanımlıyor:
“Günlerdir, Lütfiye Nacak’ın Cennetime Bakarken adlı romanı üzerine yazayım deyip duruyorum. Ama hangi bağlamda ele alacağıma, hangi özelliğin altını çizip hangilerine değinip geçeceğime karar veremiyordum. Hoş, yazmaya başlamış olmama rağmen hala da karar verebilmiş değilim. Çünkü nereden başlasam ve neye değinsem eksik kalacağını biliyorum. Anna Karanina’sından Valse Davet’ine, Sevgili’sinden Jane Eyre’sine,Lolita’sından Uğultulu Tepeler’e, Madam Bovary’sine kadar çok sayıda aşk romanı okumuş biri olarak, Cennetime Bakarken’in, okurların ruhunda bırakacağı hüzünlü tat unutulamayacak.
Cennetime Bakarken, gerek konunun ele alınışı, yorumlanışı ve gerekse sunuluşuyla, saygın bir yer edineceğini düşünüyorum. Cennetime Bakarken, anı roman türünün seçkin ve güçlü bir örneği.
Cennetime Bakarken’in kurgusal yanı hiç yok. O denli yalın o denli samimi. ‘Romanı güzelleştirmek’ adına kurgu desteğine meyletmiyor. Romanın akışı içinde, yerine göre geri dönüşlere, yeri geldiğinde an’a geçebiliyor rahatlıkla. Bu, daha ilk adımda, Nacak’ın romanına ne denli güvendiğinin kanıtı olurken, romana da ilk kez hissedilen bir tat katıyor.
Ve Nacak, romanı karşısında alabildiğine samimi duruyor. Yalnız yüreğini değil, ruhunu da olanca yalınlığıyla ortaya koyuyor. Bu özellik, yaşadıklarına ve yazdıklarına duyduğu güvenin kanıtı.
Roman okunduğunda görülecektir ki, hiçbir öznel ya da nesnel eleştiriden çekindiği yok. Lütfiye Nacak, hiç de özel bir çaba içine girmeksizin, insanın sosyal ve ruhsal gelişmesinin önünde engel konumdaki tabuları, yaşamıyla ve yazdıklarıyla yerle bir ediyor.
Bu bakımdan Cennetime Bakarken, tabu sahiplerince tam bir hoşlukla karşılanmayacağı açıktır. Romanın dikkat çeken bir diğer özelliği dili… Dildeki ustalık ve güzellik dikkate alındığında, romanı okuyanların ezici çoğunluğu, Cennetime Bakarken’in Lütfiye’nin ilk romanı olduğuna kolayca inanmayacaklar.
Cennetime Bakarken, yarım kalmış bir sevdanın romanı diyeceğim ama, tamamına ermiş bir sevda var mıdır? Ya da bir sevda tamamına nasıl erer, bilmiyorum. Paylaşılmış bir hayat diliminde neler yaşanmışsa, onun romanı.
Cennetime Bakarken romanının tanıtımında şöyle sesleniyor Nacak: “Dedim ki, yapma. Göğsümün sol alt tarafında bir sızı oluyor, ince ince kanatıyorsun onu. Farkında değilsin, biliyorum. Bilsen yapmazsın zaten. Ama bak söylüyorum, çok acıyor. Uzağındakiler, ellerine baharı verdiklerin, gülümsettiklerin ışıl ışıl çoğalırken, eksiliyorum ben burada. Yalnızlaşıyorum, hüzünbaz bir şehre terk ediyorum kendimi. Yapma. En olmazlarımda bulduğum, sevgim seni özgürleştirdikçe ben yalnızlaşıyorum, yabancılaşıyorum tüm aşinalarıma. Uzaklardaki bir koku, hoyratça sendeletiyor sen geldikçe yanıma, saklandığım kentimden kaçıyorum. Kaçıyorum kendimden.”