Hazırlattığı raporda ‘Burjuva sınıfının egemenliği sürerse çöküş başlar, kaynakların eşit dağıtılması şart’ deniliyor.
Dünya dışı yaşam alanları bulma konusundaki araştırmalarına alışık olduğumuz NASA’nın herkesi şaşırtan son keşfi komünizm oldu. Biz tanınmış Marksist iktisatçımız Korkut Boratav’ın 6 Mayıs tarihli Sol gazetesindeki köşesinden okuduk haberi. Boratav, NASA’nın desteklediği“Toplumumuzun çökmesi mümkün müdür” sorusuna yanıt arayan bir projeyi değerlendirdiği yazısında, söz konusu projede Marx’ın ünlü artı değer teorisinin yeniden keşfedildiğini yazdı. NASA’ya gelen tepkiler, bu ünlü kurumun “komünist” olduğu yolundaydı Korkut Hoca’nın aktardığına göre.
İngilizce aslından okuduğumuz Human and Nature Dynamics (HANDY): Modeling Inequality and Use of Resources in the Collapse or Sustainability of Societies (İnsan ve Doğa Dinamiği: Toplumların Çöküşünde veya Sürdürülebilirliğinde Eşitsizliğin ve Kaynak Kullanımının Modelleştirilmesi) başlıklı raporda, Safa Motesharrei, Jorge Rivas ile Eugenia Kalnay adlı üç bilim adamı, toplumların çöküş olasılıkları üzerinde duruyorlar.
Eski dönemin büyük çöküş örneklerinden yola çıkıyor üç araştırmacı. Roma, Mısır, Atina gibi büyük uygarlıkların çöküşünü inceleyerek giriyorlar konuya, buradan da eğer burjuva sınıfının egemenliği sürerse günümüzde de böyle bir çöküşün olası olduğu sonucuna ulaşıyorlar.
Roma nasıl çöktü?
Çöküşü konusunda en çok, en ayrıntılı bilgiye sahip olduğumuz Roma İmparatorluğu’nun yaşadığı sorunları yaşıyoruz günümüzde gerçekten de. İmparatorluk sınırları geliştikçe Roma’nın kendi eyaletleri üzerindeki denetiminin zorlaştığını biliyoruz. Günümüz emperyal devletlerinin de bu tür bir denetimsizlik sorunu yaşadığını, bu nedenle aşırı silahlanmaya gittiğini, bunların da NASA’nın raporunda ifade edilen çöküş için etken olmadığını iddia edebilir miyiz? Roma İmparatorluğu’nda halkın fakirlik, yoksulluk, kıtlık içinde olduğu bilinir, buna rağmen sınırlarını korumak için büyük çok büyük bir ordu beslemek zorundaydı imparatorluk. Günümüzde ordunun profesyonel olması harcanan paranın az olduğu anlamına gelmiyor.
Raporda “kaynakların kullanımındaki mevcut eğilimlerin sürdürülebilir olmadığına dair yaygın kaygılar olmakla birlikte, çökme olasılığı tartışmalı olmaya devam ediyor” deniyor. Büyük çöküşlerin tarih boyunca sık yaşandığına, ardından yüzyıllar süren ekonomik, entelektüel gerileme, nüfus azalımı gibi sorunların geldiğine dikkat çekiliyor. Raporu kaleme alanlara göre belirli çöküşleri açıklamak için farklı doğal ve sosyal fenomenlere başvurulmuş, ancak genel bir açıklama da henüz bulunamamıştır.
Av-avcı modeli
Raporun yazarlarının yaptığı şu: Biriktirilmiş zenginlik ve ekonomik eşitsizliği, insanlık ve doğanın avcı-av modeline ekleyerek insan nüfusu dinamiklerini açıklayacak bir model geliştirmek. Modelin yapısı şu dört denklem üzerinden ele alınıyor: Elitler, Halk, Doğa ve Zenginliğin Evrimi.
Açık ifadeyle raporda Çöküş’e yol açan iki tür sorun olduğu tartışılıyor. Bunlar Ekonomik Katmanlaşma ve Ekolojik Gerinim. Birbirinden bağımsız olarak çöküşe yol açabilecek etmenler bunlar. Tarihsel örnekleri de var ki raporda bu örneklere yer veriliyor. “Taşıma Kapasitesi” diye adlandırılan bir de ölçek geliştirilmiş raporda. Bu da tahmini değerlerin, çöküşün erken tespitinde işe yaramasını sağlayacak bir ölçek.
Rapor yazarlarının günümüze uyarladıkları bu modelin yeni dinamikleri var. Bu dinamikler, tarihte örneklerine rastlanan, geri dönüşü olmayan çöküşleri de yeniden üretebilir. Çare yok mu peki? Çöküş nasıl engellenebilir? Eğer doğanın yok edilme hızı (oranı) sürdürülebilir bir düzeye indirilebilirse ve kaynaklar eşit dağıtılırsa çöküntüler önlenebilir. Tabii nüfusun azami taşıma kapasitesinde kararlı bir sabitlemenin de olması şart.
Yani iş yine günümüz uygarlığına düşüyor. Fedakârlık yapacak. Doğayı koruyacak. Raporun en tartışmalı önerisi ise ABD’li sağcıların NASA komünist mi oldu eleştirisine yol açan “kaynakların eşit dağıtılması” önerisi. Açık seçik dedikleri şu rapor yazarlarının: Sorunlarımızın kaynağı “sınıflı toplum”.
Kullanılabilir kaynakların paylaşımında ciddi sıkıntılar yaşanıyor dünyamızda. Bunun için büyük toplumsal mücadeleler veriliyor. Kaynak paylaşımındaki adaletsizlik, eşitsizlik ortadan kaldırılmazsa sonumuz felaket. NASA’nın “keşfi” bu.
Aşırı üretimin de sorunlarımızdan biri olduğuna dikkat çekiliyor raporda. Zorunlu olandan fazlası da üretiliyor günümüzde malum. Yani bir “artık değer” söz konusu. Bu da işçinin, emekçinin sömürülmesi demek
Marx’tan 196 yıl sonra
NASA raporunda Marx’tan 196 yıl sonra artı değer olgusunun keşfedilmesi başlı başına bir olay elbette. Zorunlu olandan fazlasını üretmek anlamında en genel tanımıyla. İşçi emek gücünü artı değer üreterek satmak zorunda. Bu kavram Marx’tan önce de keşfedilmiş, özellikle klasik iktisatçılar olarak adlandırdığımız Adam Smith ile David Ricardo gibilerince de kullanılmıştı. Marx’ı bu adlardan ayıran özelliği, artı değer teorisini kullanırken mevcut ekonomi politiğin eleştirisini de yapıyor olması. Toplumların hemen hemen tüm özellikleri ekonomi çerçevesinde ele alınarak çözümlenebilir çünkü Marx’a göre. Neredeyse araştırmasında aynı yöntemi kullanan NASA’nın şimdi buna vurgu yapması, “Avrupa’nın üzerinde dolaşan hayalet” olan komünizmi “keşfetmesi”ne yol açtı haliyle. NASA’nın raporunu hazırlayanlar İtalyan kurmacı Antonio Negri’den de daha gerçekçiler bana sorarsanız. Negri, üretim tarzındaki değişikliklerin yeni tehditler getirdiğini belirtir ama yeni olanaklar sağladığını da iddia eder. NASA’nın raporunu yazanlar ise “böyle giderse bir felaket”le karşılaşacağımızı vurguluyorlar ısrarla. Negri, “kapitalist gelişmede işçi sınıfı mücadelesi açısından yeni olanaklar mevcuttur” der, ama NASA’nın raporunu yazanlar, işçilerinki de aralarında olmak üzere başka katmanların da katılacağı daha büyük toplumsal patlamaların olabileceğinden söz ediyorlar. Yani NASA, Negri’den daha karamsar olabilir ama ondan daha gerçekçi olduğu da doğrudur.
Negri de dünyamızda egemenliğin aldığı yeni biçimin tek bir tahakkümcü hale döndüğünü söyleyerek emperyalizm sonrası dönemi İmparatorluk olarak açıklar. Yani NASA’nın çöküşe yol açacağını söylediği baskı mekanizmalarının gelişkinliği Negri’de de sorundur.
NASA raporu Komünist Manifesto gibi
NASA raporunda iş çevrelerinin kârlılık/birikim peşinde koşmayı tek amaç haline getirmeleri bir felaket olarak anlatılıyor. Geçmişteki büyük uygarlıkları yıkan “dinamikler” bugün de mevcut. Bunların en önde geleni de “Biriktirilen ekonomik fazlalıkların toplumda eşit biçimde dağıtılmamış oluşu”.Tam tersine, dağıtılmadığı gibi bunlar bir seçkinler topluluğunun kontrolünde. Bu seçkinler, zenginliği üreten emekçilere sadece geçinebilecekleri kadar bir pay ayırıyorlar. Toplumsal eşitsizlik bu kadar açık daha nasıl söylenir? Bununla kalmıyor rapordaki analiz. “Bu seçkinler” deniyor “çok hem de çok tüketiyorlar”.
Çöküşün engellenebilmesi için nüfus artışının belli bir dengeye kavuşturulmasını, kişi başına düşen kaynak tüketiminin azaltılmasını, nihayet kullanılabilir kaynakların daha eşitlikçi tarzda dağıtılmasını öneren NASA bir devrim programını eksik bırakmış neredeyse.
Yeni Malthusçuluk mu?
NASA raporunda nüfus artışının belli bir dengeye kavuşturulmasının bir çare olarak sunulması akla Malthusçuluk benzeri yöntemleri de önerebilir mi kuşkusunu da getiriyor ister istemez. 19. yüzyılda en büyük korku nüfus artışıydı, malum. Aslında bu korkunun yayılmasına tek başına yol açan kişi İngiliz bir din adamı olan Thomas Robert Malthus’tur. Öyle bir kuram attı ki ortaya, bu kurama göre parası olmayan hiç var olmamalıydı. Yine parası olmayana çocuk doğurma hakkı verilmemeliydi. Yoksullar, kendi çıkarlarını düşünüyorlarsa, çocuklarının sayısını maddi koşullarına göre sınırlamalıydılar. Bunun tek yolu da cinsel istekleri frenlemekti.
Böyle demedi tabii ama kuramından bu sonuçlar çıkaranlar oldu. Başta faşistler elbette. Tüm sorunlarımızın kaynağı nüfus artışıydı Malthus’a göre. Başta savaşların. Yaşadığı dönemde İngiliz hükümetinin yoksullar için yardım planlarına da “yoksulların daha fazla çocuk sahibi olmalarına yol açacakları” gerekçesiyle itiraz ediyordu. İşçilerin kötü durumlarından işverenler de suçlu değildi Malthus’a göre. Proudhon ve Marx gibi sosyalistler bu kuramı şiddetle eleştirdiler tabii. Çünkü bu her iki ada göre yoksulluk, doğum fazlalığından değil, özel mülkiyet rejiminden kaynaklanıyordu.
Nüfus artışının kontrolü gibi tehlikeli bir cümlenin yer alması nüfus artışının önlenmesinden yeniden bir Malthusçuluk çıkaracaklara fırsat verir gibi bir endişe taşıyorum. NASA raporunun benim açımdan en tatsız tarafı bu.
Ama önemli olan “think tank” kuruluşlarının araştırmalarında görmeye alıştığımız kimi sonuçlara, “dünyamızla” ilgilenmediğini sandığımız bir kurumun raporunda rastlamak şaşırtıcı oluyor yine de.
Sınıflı toplumu ortadan kaldırmak için ömürlerini verenlerin, bu uğurda ölenlerin yok etmek istedikleri sınıflı toplumun tehlikesine NASA’nın dikkat çekmesi elbette çarpıcı. Dünya dışı varlıkları da, tehlikeli olur mu, anlamında araştıran kurum, dünya için asıl tehlikenin ne olduğunu evrende değil, üzerinde bulunduğumuz topraklarda keşfetti: “Eşitsizlik.”
Kaynak: (Cumhuriyet,Sol gazete)