En kötüsü, insanın kendini “yalnız”, “yanlış” ve “anlamsız” hissetmesidir.
Sürekli kendinin ve başkalarının moralini bozan negatif bir dilden söz ediyorum… Nedenlere ve sonuçlara bakıp sürekli “âh” çekmekte ısrar etmek, kişiyi “ders” değil “dert” sahibi yapar.
Hiçbir şey yapamıyorsanız kitap okuyun, şiir ezberleyin, şarkı-türkü söyleyin. Okuduklarınız anlamıyorsanız evden çıkıp sokakları, insanları, yüzleri okuyun. Dışarı çıkıp hayata karışın ya da pencereden bakıp kuşlarla çiçeklerle, insanlarla göz-göze, söz-söze gelin. Halimiz kendine kafes arayan kuşun haline benziyor. Halimiz Kafka’nın “Bir kafes kuş aramaya çıktı” cümlesindeki hale de benziyor. Demem o ki, kafesinizden yeni bir kafes için değil uçmak için çıkmanın hevesidir bizi yeniden ben/biz yapacak…
Kendimizden ümidi kesmemekten ve bahsi yükseltmekten söz ediyorum... Mütevazı olmak, gerçeklerden kopmamak ama her şeye “rağmen” bahsi yükseltmek... Yüksek uçup alçak konmanın, alçak uçup yüksek konmanın bilgisi ve bilgeliği…
Sürekli âh çekerek ne yeni kendimize ne hayata ne de birbirimize başlayamayız ki? Her şeye üzülmekten neye sevineceğimizi unuttuk sanki. Her şeye rağmen buradayız ve varız; varlığımız birbirimize emanet.
Garantili bir hayat olmadığı gibi garantili siyaset de yok. Garantili devrim ise hiç ama hiç yok… İktidar ve gelecek odaklı değil hemen şimdi “özgürlük” odaklı bir siyasetten söz ediyorum.
Tüzük ve program mı istiyorsunuz sonu şiirle biten bir cümle yeter de artar bile: Ağaçların ormanları, ormanların ağaçları küstürmediği, ne ormanların ne de ağaçların kutsanmadığı “Bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçe…” Propaganda mı istiyorsunuz, “aşk örgütlenmektir bir düşünün…..”
Büyük anlatılar evet, ama küçük anlatılar da ve küçük başarılar da gerek bize… "Karşı kıyıda herkes her şey öldü" diyordu Voznesenki… Değil, değil… Ölmeyen ne çok şey var, topraktan çıkarılıp hohlayıp parlatılacak ne çok gümüş cümlemiz ve hayatlarımız var…
Manifesto mu istiyorsunuz: Her şeye rağmen… İyiyim. Esiyorum. Esiyoruz…