Dostlukların derinliklerinden yana ne şanslıymışım. Erken kayıplardan yana ne şanssızmışım. Yarın Ocak'lardaki iki büyük kaybımdan birinin 18. yılı.
Ayşenur
Zarakolu’nun kendisine ve anısına, salon raflarına dizili afili objelerle sembolleşmeyen yüzlerce ödül verilmiş. İçinde cesaret, düşünce ve ifade özgürlüğü, barış, özgür yayıncılık, azınlık hakları, güçlü kadın vb sözcükleri geçen. Çocukluğundan beri hep muhalif olmuş, hep baş kaldırmış hep direnmiş. Hep mağdurun yanında olmuş, ses olmuş, yürek olmuş, yüz olmuş. Her biri durdukları yer, yapıp ettikleri, başlarına gelenlerle sembol insanların, Ragıp’ın sevgilisi, Mehmet ve Veysi Sarısözen’in kardeşi, Lamia hanım’ın kızı, Deniz ve Sinan’ın annesi olmuş. Hayata çok kitap, çok iş, çok fikir, çok örnek davranış katmış. Çok sevilmiş, çok nefret edilmiş, çok yüceltilmiş, çok sinir olunmuş, çok baskılamaya çalışılmış. Her şey çok..
Çoğu biliniyor. Aklından, elinden, ağzından, kalbinden öyle çok iz bırakmış ki hayat ormanına.
Ah Ayçum,
Şimdi gelsen de gene sana nedense hiç sorulmadığını söylediğin ama hep bana sorulan “sizin gibi bu kadar farklı iki kişilik, nasıl oluyor da bu kadar yakın olabiliyor” sorusunu sordursak.. Her soranı da ben sana ihbar etsem, birlikte gülüp sevgi ve gururla bakışsak.. Senin sekter, cadı, benim ağzı var dili yok zannedilen imajlarımızla.
Gene gecenin bir saatinde o curcuna Topkapı Garı’nda buluşmak için, bir yorgan denkinin üstünde oturmuş seni bekliyor olsam. Sen her zamanki gibi son dakikada yetişsen.
Çanakkale veya Bartın otobüslerinden birinde yan yana olsak gene. Sen yanında getirdiğin abur cuburları çıkarsan. Gofretlerin, cipslerin çeşit çeşitlerini. Birlikte yiyip sabaha kadar çene çalsak. Gülsek, ağlasak ve o sıralar galiba hayatta bir tek birbirimizle yaptığımız, adına değerlendirme-raporlama dediğimiz dedikoduları yapıp eğlensek. Ragıp dahil, annem dahil, içerdekiler, dışardakiler, herkesi bi elden-dilden-kalpten geçirsek..
Ola ki sızarsak, birbirimizin omuzlarında uyuyakalsak. Gittiğimiz cezaevinde farklı koğuşlarda misafir olmaya çalışmak için anlaşsak. Ortak havalandırma mazgallarında karşılaştığımızda, sanki birbirimizle hiç konuşma fırsatımız olmuyormuş gibi, bazen içerdekileri kızdıracak kadar çok konuşmaya dalsak gene birbirimizle. Uyarıldığımızda gülüşsek..
Şeritler halinde kesilerek içeridekiler tarafından üzerine kitaplar, makaleler sığdırılacak kadar küçük yazılarla yazılmış, hap büyüklüğündeki pelür veya tuvalet kağıtlarındaki kitapların deşifresi için bazen aylarca süren deşifre-daktiloya geçirme işini gene beraber yapsak. Senin elinde büyüteç, gözünde gözlük olduğu halde okuyamadıklarını ben görebiliyorum diye şaşırsan, gene gülüşsek.
Haftanın çoğu akşamını bizim evde geçirdiğin için, Siirtli ev kadını annemin seni çok sevmesine ve bizde olduğunda çok mutlu olmasına rağmen “kocası nasıl izin veriyor dışarıda bu kadar çok kalmasına” diye şaşırmasına da gülüşsek. Ona Ragıpcığımızı da onların ilişkilerinin özelliklerini de ne kadar anlatsak da, anlamadığını görmeyi zor kabullensek.
Annemin sen seviyorsun diye haftada neredeyse üç gün yaptığı içli köftelerden ben bıksam, sen bıkmasan; her seferinde içli köfte yeme rekoru denemeleri yapsan. Ben ve annem de sana sevebileceğin bir şey sunmuş olmanın sevinciyle uçsak, iştahla yemeni sevgiyle seyretsek.
Böyle gecelerde, yapman gereken senin yayınevinin tashih, redaksiyon vb işlerini de birlikte yapabilmemiz için beni eğitmen. Hatta sonu iflasla biten, ama bana çok şey öğreten yayınevi kurma deneyimimde gene hep desteğin, ilgin olsa.
Onca uzun ve onca zor zamanlardaki moralsizlik, yorgunluk içinde bile bir tek ama bir teki dışında en küçük bir tartışma, münakaşa, kalp kırıklığı vs geçirmeden yaşattığın dostluk için minnettarlığımı ve huzur duygumu gene yaşasam.
Benim bir şirketteki çalışma saatlerim dışındaki çoğu zamanları gene birlikte geçirebilsek. İhd cezaevi komisyonunda, bütün toplantılarda, bütün eylemlerde, cezaevi ziyaretlerinin çoğunda, sizin evde, bizim evde, yayınevinde, akşamları toplantı çıkışı arkadaş yemeklerinde, her yerde gene birlikte olabilsek. Görüşmediğimiz günlerin gecelerinde evlerimizdeki telefonlardan uzun uzun sohbetler yapsak gene.
Annen Lamia hanım’ın sen yokken bana “Hiç sevmedim seni. Eminim sen de diğerleri gibi onu hayal kırıklığına uğratacak ve bir süre sonra yok olacaksın” dediğini; ben yokken de sana aynı şeyi söylediğini birbirimize aktarıp gülüşsek. Sen “annem seni çok kıskanıyor, bu yüzden nefret ediyor” teşhisi koysan. Hepimizinkinden daha ilginç yaşam öyküsüne, ileri yaşında bir kez daha yaşadığı malum büyük aşkına, güçlü kişiliğine, entelektüel bilgisine, evinizin içindeki tarzı ve üstlendikleriyle senin, çocukların ve Ragıp’ın hayatına kattıklarına çok hayranlık duyduğum Lamia hanım da bir gün pes etmiş ve her akşamki bir kadeh rakı ritüeline beni de davet etse gene. O da olsa. Gene kardeşime İngilizce, bana yaşamından anekdotlar anlatarak hayat dersleri verse.
Sizin evde olsak. O sırada ergenliklerini yaşayan Sinan ve Deniz duvarlarını siyaha boyadıkları odalarında gümbür gümbür metalicca çalarken, biz çocukların müzik zevkine hayret etsek; ama onlar da odalarından çıktıklarında bizim Ali Asker müziğimizle dalga geçseler. İnce zevklerin adamı Ragıp iki tarafa da hayretle ama anlayışlı gözlerle baksa.
Ah Ayçum, şimdi de buralarda olsan. Konuşacak ne çok şey, yapacak ne çok şeyimiz olurdu.
Ah Ayçum, şimdi buralarda olsaydın…