Ne çok gider olduk, O sessizliğin bahçesine. Seslerin ve yüzlerin, sonsuz uykuya daldığı o bahçelerde,sevdiklerimizi görebilmenin telaşı.
Sadece o soğuk taşlara dokunarak, özlemleri dindirmeye çalışmanın çaresiz yorgunluğu…
Çocukluk çağında kızardı büyüklerimiz, mezar taşındaki isimleri okumaya çalıştığımız zamanlar.
Kimbilir!
Acıyı o küçücük bedenlerimizin taşıyamıyacağını düşünürlerdi belki de.
Şimdiler de ise, çocukluğumuzun bahçelerine gider gibi gidiyoruz, sevdiklerimizi bir başına bırakarak döndüğümüz o bahçelere.
Cadde de uçuşan bir gazete kağıdı gibi, yada vahşi bir hayvan gibi öylesine hızla geçiyor zaman.
Geçen zamana; yenik düşen baharlarımızı uğurluyoruz, gözlerimize asırların hüznünü yerleşmiş, yüreğimizdeki yırtığa direnerek.
Sevdiklerimizin etrafındaki mezar taşlarına takılı kalıyor gözlerimiz.
Mezar taşlarının üstündeki tarih tesellimiz yada can kırığımız oluyor ansızın.
Kalabalıklar oluyor tesellimiz. Kulaklarımızda uğuldayan ‘’ne çok sevildi, ne iyi insandın’ sözleri.
Ahhh sevdiklerimiz, kalan ömrümüze tanıklık edemeyenlerimiz.
Hayat gidene yol açabilmektir belki de…Sabır ise açılan bu yollarda öğrenilmekte.
Gönül durağımıza dokunanlar, ne kadar çok hatıra bıraktıysanız kalan ömrümüze, gittiğiniz yerde gidemiyorsunuz bizden.