"Geçemezsin aynadan hiç yara / Almadan. Geçemezsin..." (Yıldırım Türker)
SEZAİ SARIOĞLU
İnsan gittiği yere sadece kendini değil kavramlarını, meraklarını, heveslerini ve hikâyelerini de götürür. Gittiği yerden ise hikâyelerle, hatırlı hatıralarla ve nice anlamlarla döner. Bu kez “ayna” ile döndüm gittiğim yerden; ama aynanın aslıyla değil suretiyle, mecazıyla ve hikâyesiyle…
Bir zamanlar memleketin birinde, “üç paralık” deyiminden kinaye “Paralı” isimli siz deyin "üç kâğıtçı" ben diyeyim "düş kâğıtçı" yüksek biri yaşarmış. Paralı, günün birinde düşünmüş taşınmış, memleketi karış-karış gezip tozmuş ve sonunda ülkesinin en önemli ihtiyacının “ayna” olduğuna karar vermiş. İster inanın ister inanmayın; isterseniz ilk rastladığınız aynaya sorun, o ülkede hiç ama hiç ayna yokmuş. İnsanlar aynanın ne olduğunu bilmediklerinden yüzlerini de tam olarak bilemiyorlarmış. O yıllarda da "paranın dediği olurmuş"; kese dibi görmeyen zenginler ressamlara/nakkaşlara yüzlerinin resmini yaptırır para karşılığında yüzlerini garanti altına alırlarmış. Paragözlü ve parasözlü olanlar için “aynasız” yaşamak dert değilmiş. Yüzlerini merak edenler yoksullar ise güvendikleri birinin ya da bir masalcının/hikâyecinin karşısına oturup onların anlattıklarından yüzlerini anlamaya çalışırmış…
Merak ehli Paralı, sormuş soruşturmuş o yıllarda en aynalı ülkenin nerede olduğunu öğrenmiş. Ellerini ovuşturarak, avucunu kaşıyarak yollara düşen Paralı aynalı ülkeye varmış. Ayaklarına kara sular inene, gözleri aynalara bakmaktan şerhlâ olana kadar tüm aynacıları dolaşmış, her biri birbirinden güzel ve marifetli binlerce aynada gözü kalmış. Lakin hangi aynayı seçip alacağına karar verememiş. Her aynanın ayrı marifeti varmış çünkü. Günün birinde kara-kara düşünerek sokaklarda gezerken, gelip geçenin yüzüne ayna tutarak fallarına bakan derviş kılıklı birine rastlamış. Önce gözgöze sonra sözsöze gelip bana malum olmayan bir dille tanışmışlar. Paralı, "ayna falcısı"na derdini anlatmış. “Suret Falcısı” onun eline, ön yüzüne bakınca Doğu'yu arka yüzüne bakınca Batı'yı gösteren şiirli ve sihirli bir ayna tutuşturmuş... Sadece aynaya bakarak, içindeki yolu takip ederse ihtiyacı olan "ayna mahalline" varacağını, o yerin muradına çare olacağını da sıkıca tembih etmiş. Şiirli ve sihirli aynanın içine bakarak ayna mahalline varan Paralı, uçsuz-bucaksız bir ovaya serpiştirilmiş sahipsiz binlerce ayna görünce dili tutulmuş, sevinçten şekli bozulmuş. O aynadan o aynaya baka-tanışa gezmiş ama tek doğru ayna bulamamış. Tüm aynalar kırık ve kusurluymuş. Meğer burası “ayna mezarlığı” imiş…
Ayna Falcısı’nın onu neden kırık, yanlış aynalara gönderdiğini düşünürken birden zihni aynalanmış. Hikâye bu ya; “doğru aynaları” değil de “yanlış aynaları” ülkesine götürüp satma fikri hoşuna gitmiş. Bir rivayete göre bir kervan, bir başka rivayete göre bir gemi, bir başka rivayete göre de birkaç tır dolusu “yanlış aynayla” ülkesine dönmüş. Aynaları kapış-satış gitmiş. O ülkenin insanları “yanlış” gösteren “yanlış aynaları” çok sevmiş. O ülke, her gün bozuk/yanlış aynalarla ve her gün o aynaya bakıp yüzlerini bozuk, yanlış görenlerle dolmuş. Ülkesinde yanlış aynalara bakarak yanlış suretlerini “doğru!” sanan siyasetçilerin ve “halkın” sayısı da giderek çoğalmış. Kendilerini mecaz, kavram ehli sanan, sanatçılar "bozuk" aynalarla ve "bayatlamış" kavramlarla yaşayıp birbirlerine devlet ve ego satar olmuş. Paralı, yanlış aynaları ülkesine taşıdıkça, kişi başına düşen ayna miktarı çoğaldıkça, yüzlerin yanı sıra giderek sözlerin, kavramların da şekli bozulmuş. İnsanlar yanlış gördükleri, yaşadıkları her şeyi doğru sanmış. Gel zaman, git zaman o ülkede de bu yanlışı fark eden işaret ve itiraz parmağını kaldıra insanlar türemiş ve “Paralının Aynaları” diye bir deyim icat olmuş. Biri bir başkasına “Memlekette siyasi havalar nasıl” dese, “Paralının Aynaları gibi!” cevabını alırlarmış. Biri bir arkadaşına, “Aşkta havalar nasıl” diye sorsa, “Paralının Aynaları gibi'” cevabını alırmış. Bir halk diğerine “Annenden emdiğin dilden ne haber” diye sorsa cevap hazırmış; “Paralının Aynaları gibi!” derlermiş...
Derler ki, o gün bu gün o ülkede, doğruların iki yakası bir araya gelmezmiş… Derler ki, insanlar yanlış kavramlarla, yanlış yüzlerle ve yanlış aşklar ve yanlış hayatlarla yaşar, yaşlanır ve ölürlermiş. Derler ki o ülkenin egemenleri, hatta yurttaşlar ve hatta şairler “yaşamadıkları ve inanmadıkları” sözcüklerle konuşurmuş… Derler ki, yarısı masal yarısı hikâye olan bu hakikati dinleyen herkes o ülkenin kendi ülkesi olduğunu zannedermiş…
Göğe üç ayna düşmüş… Göğün camı kırılmış…
'Cama inanmayan kuşlar' aynaya sığınmış
O gün bu gün dünya cankırıkları ve kuşkırıntıları ile doluymuş…
Fotoğraf: Mardin Masal Günleri, Mehmet Tekirdağ ve Şenol Morgül ile...