31 Mayıs’ta Adıyaman’ın Gölbaşı ilçesi İnekli köyü yakınlarında ihbar üzerine etrafları sarılan THKO’lulardan Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan ve Kadir Manga çıkan çatışmada yaşamlarını yitirdiler.
12 Mart 1971 günü ilan edilen muhtıra ile ordu yönetime el koydu. Nihat Erim başbakanlığındaki hükümet Balyoz Harekatı’nı başlattı. Başta Ankara, İstanbul ve İzmir olmak üzere 6 ilde sıkıyönetim ilan edildi. Yüzlerce devrimci gözaltına alındı, hapislere atıldı. Türkiye işçi sınıfı üzerinde terör estirildi. TİP ve DİSK kapatıldı. Bu saldırı çerçevesinde Deniz Gezmiş, Hüseyin Aslan ve Yusuf İnan yakalanarak idama mahkum edildi. Denizlerin idam edilmelerini engellemek isteyen Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) militanları Nurhak Dağı’nın eteklerinden giderek Malatya Kürecik’teki ABD Radar Üssü’nü basmaya karar verir. Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan, Kadir Manga, Mustafa Yalçıner, Hacı Tonak, Metin Güngörmüş ve Ahmet Erdoğan’dan oluşan grup 31 Mayıs’ta Adıyaman’ın Gölbaşı ilçesi İnekli köyü yakınlarına gelir. İhbar üzerine etrafları sarılan THKO’lulardan Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan ve Kadir Manga devlet güçlerince katledildiler.
Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan, Kadir Manga ülkenin her tarafında çeşitli etkinliklerle anılıyorlar.
SİNAN CEMGİL
Sinan Cemgil, 1969'un Nisan'ında ODTÜ'de gerçekleşen işgale önderlik etti, öğrenci eylemlerinden uzak kaldığı 1970'te Hüseyin İnan ve Deniz Gezmiş ile birlikte THKO'nun kuruluş çalışmalarını gerçekleştirdi.
"Minübüsten inip bakımlı apartmanların arasında yürüyoruz. İleride oldukça büyük bir bahçe içinde kagir ama kişiliği olan eski bir İstanbul evine gözüm takılıyor. 'Bu kadar apartman arasında amma da direnmiş' diye düşüncemi belirtiyorum. Cevabını unutmam imkansız: 'Direniriz Ato, bizim ailenin ömrü hep direnmekle geçti. Gördüğün gibi evimiz de direniyor'. (...) Sonra evi gezdiriyorsun. Her yerde kitaplar, sözlükler, kağıtlar, altı çizilmiş ansiklopediler. Sanki ev değil kütüphane, kardeşin ve baban harıl harıl kitap çeviriyor. Sahi sen kaç yabancı dil biliyorsun be Sinancan?"
Acılara Yenilmeyen Gülümseyişler kitabının yazarı, 68 gençlik hareketinden Atilla Keskin arkadaşı Sinan Cemgil'le anısını böyle anlatıyor kitabında.
31 Mayıs 1972'de Nurhak dağlarında jandarmayla girdiği çatışmada arkadaşları Alpaslan Özdoğan ve Kadir Manga'yla birlikte öldürülür Sinan. 28 yıllık yaşamı öğretmen bir anne ve babanın oğlu olarak 15 Kasım 1944'te İstanbul'da başlar.
Anne ve babası Nazife ve Adnan Cemgil ilerici ve aydın kimlikleri nedeniyle baskı altındadırlar. Annesinin Yozgat'a sürülmesi üzerine İstanbul'da başlayan ilk eğitimine Yozgat'ta devam eder. İstanbul'a geri döndüğünde aynı okulda tamamladığı ilkokuldan sonra, 1956'da İstanbul İtalyan Lisesi'ne kayıt olur ancak, son sınıfta kendi isteğiyle Pendik Lisesi'ne geçer.
ODTÜ'de başlayan siyasal mücadele
1964'te, Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Mimarlık Fakültesi'ne girdiğinde, siyasetle de ilgilenmeye başlamıştı; 1965'te ODTÜ SFK'nin kuruluşuna katılarak, bir süre genel başkanlığını yaptı. Aynı yıllarda Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) üye olarak, partinin çeşitli çalışmalarına aktif olarak katıldı. 1968'le birlikte yoğunlaşan öğrenci eylemlerinde ODTÜ içindeki mücadelesi ve sevilen kişiliğiyle üniversitedeki hareketin doğal önderi konumuna yükseldi.
1966'da yapılan ilk anti-Amerikan yürüyüşe katıldı ve 1967'deki Hazırlık Okulu boykotunda aktif olarak görev aldı. 1968 sonbaharında önce Mimarlık Fakültesi'nde başlayan sonra da tüm ODTÜ'ye yayılan boykota önderlik etti. Aynı yılın Aralık'ında Ankara'da Amerika Birleşik Devletleri (ABD) subay kulübüne karşı yürütülen eylemin içinde de yer alan Sinan Cemgil, Ocak 1969'da ABD Büyükelçisi Kommer'in ODTÜ'yü ziyareti sırasında arabasının yakılması nedeniyle bir süre arandıktan sonra yakalanarak yargılandı ve ardından serbest bırakıldı.
1969'da Şirin Cemgil'le evlendi. 1970'te oğlu Taylan dünyaya geldi.
İşgale önderlik
Yine 1969'un Nisan'ında ODTÜ'de gerçekleşen işgale önderlik etti. İşgali yürüttüğü gerekçesiyle arandıktan sonra tutuklandı ve bir süre sonra serbest bırakıldı. Bu yıllarda TİP içinde yoğunlaşan ve ayrılıklara yol açan tartışmalarda taraf olarak görünmemesine rağmen, TİP üyeliğini korudu. Sinan Cemgil, öğrenci eylemlerinden uzak kaldığı 1970'te Hüseyin İnan veDeniz Gezmiş ile birlikte THKO'nun kuruluş çalışmalarını gerçekleştirdi.
4 Mart 1971'de ilk kez Ankara'da dört ABD'li erin kaçırılmasından sonra yayınlanan bildiriyle kendini duyuran THKO'nun bütün eylemlerinde yer aldı. 9 Mart 1971'de ABD'li erlerin serbest bırakılması ve 12 Mart'ta verilen muhtıradan sonra arkadaşlarıyla birlikte Ankara'yı terkeden Cemgil, 17 Mart'ta Deniz Gezmiş ile Yusuf Aslan'ın Gemerek'te yakalanmaları üzerine Adıyaman civarındaki Nurhak dağına çıktı.
Burada arkadaşlarıyla birlikte gerilla kampı kurdu. Örgütün amacı kentlerde başlayacak hareketlerle birlikte civardaki ABD Kürecik Radar Üssü'ne karşı eylem düzenlemekti. Ancak Cemgil ve arkadaşları Mayıs'ın sonunda İnekli köyü muhtarının ihbarı üzerine kuşatıldılar. Sinan Cemgil, 31 Mayıs 1971'de jandarmayla çıkan çatışmada Alpaslan Özdoğan ve Kadir Manga ile birlikte vuruldu.
"Yakalanırsam ancak ölümle yakalanacağım onlara"
Baba Adnan Cemgil'le birlikte cenazeyi almaya giden ve orada yaşadıklarını "Öldükleriyle Kalmadılar" adıyla kitaplaştıran Orhan İyiler, Sinan'ın ateş sahası dışında olduğu halde teslim olmayıp koşarak arkadaşlarının yanına gittiğini ve burada çatışmaya katıldığını yazıyor. Baba Cemgil, İyilere bu durumu şöyle değerlendiriyor:
"Sinan'ı çok iyi tanırım dostum. Sinan'ı oğlum olarak tanırım. Sinan'ı bu kuşağın genci olarak tanırım. Sinan'ı politik kavgasında hiç kimsenin tanıyamayacağı bir biçimde tanırım. Sinan teslim olmazdı.(...) Çok kez kendi kulağımla duymuşumdur: (Polis ya da güvenlik kuvvetleri dedikleri faşistler hiçbir zaman canlı olarak beni ele geçiremeyeceklerdir. Yakalanırsam ancak ölümle yakalanacağım onlara.) Bursa Devlet Hastanesi'nde partinin bir toplantısından çıkışta kışkırtılmış kişilerin lince varan dayağından perişan, adeta komalık yatarken Sinan'ın bana bir sarılışı vardı. Sarılışındaki öfkeyi (Baba baba) diye ağlayışındaki öfkeyi iliklerime dek duyduğumda kendisini teskin etmek zorunda kalmıştım. Yenikliği değil, mücadeleci öfkesiyle beni kucaklayışında kendisini teskin etmek gereken çok şey vardı: Küçüklüğünden beri zorbacılığa, kaba haksızlığa karşıydı çünkü." (SÇ)
Kaynaklar: Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi 7. Cilt, Öldükleriyle Kalmadılar - Orhan İyiler (Ceylan Yayınları),Acılara Yenilmeyen Gülümseyişler - Atilla Keskin (Tekin Yayınevi)
Kaynak: Bianet
KADİR MANGA
Kadir Manga 1947'de Konya'nın Akşehir ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğreniminin ilk yıllarını Akşehir'de, liseyi İzmir'de bitirdi.
Erzurum Atatürk Üniversitesi FKF (Fikir Kulüpleri Federasyonu) Erzurum Sekreterliği kurulmadan önce, 1967'de Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne girdi. Aynı yılın Ekim ayında kurulan Fen-Edebiyat Fakültesi Fikir Kulübü Kurucu Başkanı oldu.
Fen-Edebiyat Fakültesi Fikir Kulübü'nün kurulmasıyla FKF Sekreterliği için sayı tamamlandı ve aynı yıl kurulan FKF Erzurum Sekreterliği'nin Yönetim Kurulu'nda da görev aldı.
25 Aralık1967'de öğrenci yurdunun B Blok 85 numaralı odasının duvarında ele geçirilen dinleme cihazının kamuoyuna açıklayanlar arasındaydı. 1968 yılı boyunca öğrenci derneği seçim kampanyası ve eğitim çalışmalarının örgütleyicisiydi.
4 Ocak 1969'de yapılan FKF Olağan Kongresi'ne Erzurum Delegesi olarak katıldı ve Yusuf Küpeli'nin Genel Başkanlığı kazandığı bu Genel Kurul'da FKF Genel Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi.
Linçten kurtuldu
1968 baharında, Erzurum FKF Sekreterliği'nin Tortum'da düzenlediği "Uyanış Mitingi" Tertip Komitesi'nde iki arkadaşıyla birlikte yer aldı. Ancak o zamanki "gerici"lerin halkı kışkırtarak Kadir'i linç etme girişimleri üzerine mitingi yapılamadı, Tertip Komitesi Erzurum'a geri dönmek zorunda kaldı.
1968 Nisan ayında dönemin Süleyman Demirel Hükümeti'nin 1961 Anayasası'nda yapmak istediği değişikliklere karşı Diyarbakır'da düzenlenen "Hürriyet Mitingi"ne Erzurum FKF Sekreterliği'ni temsilen iki arkadaşıyla birlikte katıldı.
1969 Şubat'ında Türkiye Öğretmenler Sendikası'nın (TÖS) Ankara'da düzenlediği yürüyüşe Erzurum FKF Sekreterliği'nden bir grup arkadaşıyla katıldı.
Köylülerle toprakları için yürüdü
17 Mart 1969'da, Türkiye İşçi Partisi Kars örgütünün desteklediği Susuz ilçesine bağlı İncesu ve Çamçavuş köylülerinin kredi adaletsizliğini protesto etmek ve topraksız köylülerin toprak talebinde bulunmak için ilçe merkezine kadar yapmak istedikleri yürüyüşe FKF Erzurum Sekreterliği olarak katılan gurubun içinde ve önünde yer aldı. Susuz'da öğrencilerin bütün gün okulları terk etmesi yasaklandı.
Yürüyüş, bölgede büyük yankı uyandırdı. Ancak jandarmanın yarı yolda yürüyüşü durdurması üzerine Susuz'a kadar sürmesi mümkün olamadı.
1969 yılının Nisan ayında Ağrı'da "İşsizlik Mitingi" düzenleyen FKF Erzurum Sekreterliği, yaklaşık dört bin kişiyi miting alanına topladı, mitingin sunucusu Kadir Manga idi.
Kadir Manga, 1 Mayıs 1969'da hayatını kaybeden o zamanki Yargıtay Başkanı İmran Öktem'in cenaze töreninde gericilerin saldırısıyla meydana gelen olayları protesto eden FKF Erzurum Sekreterliği'nin bildirisini arkadaşlarıyla Erzurum'da dağıtırken saldırından kıl payı kurtulabildi.
1969 Haziran ayı sonunda Erzurum'da Kurulu bulunan İzmir Yüksek Tahsil Talebe Cemiyeti Başkanı seçildi ve Filistin'e gidinceye kadar bu görevini sürdürdü.
Filistin kamplarında eğitim
1969 Aralık sonlarında Filistin'e gidinceye kadar aralıksız olarak Erzurum Atatürk Üniversitesi'nde ve çevre illerdeki tüm devrimci eylemlerin örgütlenmesini yönetti ve aktif olarak yer aldı.
Hüseyin İnan'ın çağırısı üzerine gittiği Filistin'de El Fetih örgütü kamplarında eğitim gördü. 16 arkadaşıyla Türkiye'ye döndükten sonra 1 Şubat 1970 tarihinde dönenlerden 11 arkadaşıyla Diyarbakır'da yakalanarak 8 ay Diyarbakır Cezaevinde yattı.
Tahliye olduktan sonra Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu'nun (THKO) dağ kadrosunda yer aldı. 1971 Şubat ayından itibaren kırsal kesimde görev alarak fiilen kırlarda çalışmalar yaptı.
12 Mart Muhtırası verildiği gün Kadir Manga, THKO'nun kır örgütü ile dağdaydı.
31 Mayıs 1971'de de Gölbaşı'nın İnekli Köyü yakınlarında jandarma ile giriştiği çatışmada Sinan Cemgil ve Alpaslan Özdoğan ile birlikte hayatını kaybetti.
Kaynak: Bianet
ALPARSLAN ÖZDOĞAN
Alpaslan'ı İzmir Atatürk Lisesi yıllarımda tanıdım. Okula Buca'dan tren ile gider gelirdi. Babası Halil amca bakkaldı.1966'da ODTÜ'ye beraber girdik. II. Yurt 102 nolu 12 kişilik odada 14 Atatürk Liseli hep birlikte üniversite hayatımıza başladık.
İpten kurtulmuş 14 İzmirli yurtların altını üstüne getiriyorduk. İlk kar yağdığında, bizler ilk kar gördüğümüzde geceydi. Dışarı fırladık, yurdun önünde yarı çıplak vaziyette futbol oynuyoruz. Pencerelerden, "İzmirliler, görmemişler, kesin gürültüyü uyuyamıyoruz" tezahüratına ise hiç aldırmadık.
Goofy ile Gümüldür'de kamp
Odamızda yastık kavgaları, sulu tuzaklar, sulu şakalar, her türlü gırgır şamata, neşemize keyfimize diyecek yoktu. Hazırlık okuluna, kafeteryaya, Ankara'ya sinemaya hep beraber gider gelirdik. Alpaslan, sarı saçları, zayıflığı ve uzun boyuyla en dikkat çekenimizdi.
Birbirlerimize isimler takardık. Mustafa Yalçıner'e önceleri Ege ağzıyla Mustaendi (Mustafa efendi) derdik, daha sonraları, Musta'yı atıp, sadece Endi demeye başladık, hala adı Endi'dir.
Alpaslan için arkadaşlık çok önemliydi, hiçbir karşılık beklemeden her zaman güçsüz olanın yanında alırdı. Başı dertte olana hemen koşardı. Hem bu yüzden hem de uzun boyu nedeniyle bizim aramızda adı Goofy (Gufi) idi. Goofy Walt Disney'in Miki Fare'sinin en yakın arkadaşıdır, uzun boyludur ya, oradan geliyor.
Hazırlık bitti, yaz tatilinde yine aynı ekip Gümüldür sahilinde, kamp kurduk. Endi'nin getirdiği büyük çadırı kurduk, naylon torbalara ot doldurup yatak, bir traktör içlastiğini şişirip üstünü branda bezi ile kaplayıp bot yaptık. Botu akşamları yemek masamız olmuştu. Bir de bisikletimiz vardı.
Yavrum Goofy günde iki kez su taşırdı
Endi idame-i hayat konusunda müthiş bilgiliydi, balık tutmanın her türlü usulünü biliyordu, paragatlar hazırlayıp geceleri bırakırdık, ufak balık için ayrı, büyük balık için ayrı usuller uygulardık.
Kampta su büyük olaydı. Bizim çadırın hemen arkasındaki tepeye bisiklet yanında yürüye yürüye patikadan tırmanacaksın, sonra da bisikletle çeşmeye kadar gideceksin. Yavrum Goofy, günde en az iki kere bu işi yapardı.
Hem okuyor, hem tartışıyoruz
Okul açıldı. 1967-1968'de yılı rektör Kemal Kurdaş dönemi, forumlar, boykotlar, çeşitli siyasilerin konferansları derken kendimizi Öğrenci Birliği ve Sosyalist Fikir Kulübü'nün (SFK) de olduğu barakalardaki sınıflarda eğitim çalışmalarında bulduk.
Artık Muzaffer Erdost'un Sol Yayınları'ndan çıkardığı kitaplarını hep beraber okuyup tartışmaya başlamıştık.
Goofy hep dinlerdi
Akşamları odada herkes avaz avaz o gün neler oldu, kim ne yaptı, bire bin katıp anlatırken Goofy bizi dinlerdi. Gırgır şamata Goofy gider yerine ketum, ciddi ağırbaşlı biri gelirdi.
Halbuki, hepimiz biliyoruz ki o da her eylemim içinde ve hatta orta yerinde ama katiyen o konularda gevezelik etmezdi.
Alpaslan'la Mustafa ortalıkta yoklar
Mesela stadyumun tribünlerine yazılan muhteşem DEVRİM yazısını Goofy ve arkadaşları yazmıştı. Yazmıştı ama bize söylememişti, katıldığı hiçbir eylemden bize söz etmediği gibi. Artık Goofy yok Alpaslan vardı. DEVRİM hala stadyumda duruyor, silemediler.
1968-1969 dönemi başladı, okul yine hareketli. ABD elçisi Robert Komer'in arabasının yakılması, rektörlük işgali derken ikinci dönem başladı. Bizim Alpaslan ile Mustafa ortalıkta yok.
Yerlerine rapor aldık
İmtihanlar başladı, zaten ikisi de "repeat" olmuş, yani aynı sınıfta ikinci yılı okuyorlar, yine kalırlarsa okuldan atılacaklar.
Ne yapalım derken, birimiz Alpaslan'ın yerine, birimiz Mustafa'nın yerine doktora çıkıp rapor aldık, bari gelince kurtarma hakkı alsınlar da, atılmasınlar diye.
Filistin'de
Meğerse onlar çoktan Filistin'e gitmişlerdi. Daha sonra Filistin'de beraber olduğu arkadaşlardan da öğrendim.
Oradaki kişilik ve yetenekleri ile herkesin takdirini ve saygısını kazanmış ve hatta Türkiye'den gidenler sadece eğitime katıldıkları halde Alpaslan bizzat cephede savaşa katılmış ve üstün başarılar göstermiş.
Benim hoşuma giden bu ifadeler Alpaslan'ı anlatıyor; Alpaslan bu işte. Hamaset değil.
Filistin dönüşü, bir akşam Güvenpark'ta
Ve dönüşlerinde, Şubat 1970'te Diyarbakır yakınlarında tam teçhizatlı olarak yakalandılar. Mustafa yakalananlar arasında yoktu.
Bir gün ya da iki gün sonra, akşam Güvenpark'ın önünde ODTÜ otobüslerini beklerken, karanlıktan Mustafa'nın sesi geliyor. Koştum, üst baş perişan. Bir arkadaşımla beraber, üstüne bir şeyler vererek yurda getirdik.
Hem aranıyor hem de dizanteri olmuş, bitkin. Hemen üstündekileri bir çukur kazıp içinde yaktık. Ertesi gün, Mustafa'yı bulduğumuz bir doktora emanet ettik.
Alpaslan Diyarbakır'da hapiste
Alpaslanlar Diyarbakır'da hapisteler. Okul yine çok hareketli; rektörlükle sorunlar yaşıyoruz, Öğrenci Birliği seçimlerine hazırlanıyoruz.
Okul tatile girip yaz başlayınca biz geleceğin petrol mühendisleri bir grup Batman'a staja gittik. Artık haftasonları, Diyarbakır'dayız. Doğru hapishaneye gidiyor, çocukları ziyaret ediyoruz.
Ziyaret dediğin hapishaneye sabah girmek, akşama kadar arkadaşlarla, Alpaslan'la beraber olmak demek. Çıkınca da trene binip Batman'a dönüyoruz. İki ay boyunca hemen hemen her hafta sonunu böyle yaşadık. Yine Alpaslan kendinden bahsetmez, hep bana anlattırırdı.
Önce odadan ayrıldılar, sonra radyoda haber
Yaz geçti, okul başladı. Alpaslan'lar da tahliye oldular, yurda geldiler. Artık Alpaslan ve Mustafa bizimle kalmıyordu; 1. Yurt 201 ve 202 nolu odalarda Deniz'lerle beraberdiler.
Bir süre sonra Emek İş Bankası soygunu oldu. Onlar artık dağdaydı, THKO neferleriydi, ölüm onlar için tozlu yoldu.
31 Mayıs günü haberlerde, bağrımızı yakan acı haber ile yıkıldık. Alpaslan, Sinan, Kadir ölmüş, Mustafa ağır yaralı olarak ele geçirilmişti.
Yıllar sonra Nurhak'ta
Birkaç yıl önce, İrfan Uçar ile birlikte Elbistan'da iken bir akşam, İrfan bana, "gel bu akşam seni bir yere götüreyim, güzel bir sütte tavuk yedireyim" dedi. Elbistan'dan Nurhak'a gittik.
Sarmaşık adlı bir lokantaya girdik, lokantacı bizi sitayişle karşıladı. İrfan ile birbirlerine bir sarıldılar ki görmelisiniz. Lokantanın duvarında, Sinan, Kadir, Alpaslan, Deniz, Yusuf ve Hüseyin'in resimleri asılı.
Merakla sordum, aslında cevabı kestirebiliyordum ama olsun bir de ondan duymak istedim. "Onlar bizim canlarımız" dedi. Alpaslan "benim arkadaşım" dedim. "Onlar geldiklerinde 15-16 yaşlarındaydım" dedi, ağlayarak bana sarıldı.
"Onları koruyamadık, bu bizim içimizde ömür boyu yara olarak kalacak" derken adeta benden özür diliyordu. Tüylerim diken dikendi, zira onların son nefeslerini verdikleri yerde havayı soluyordum. Çok yakınımdaydılar.
Mezarı başında
İzmir'de olduğum her sene 31 Mayıs'ta Buca'daki mezarına giderim. Her sene artan bir ilginin olduğunu söyleyebilirim.
Bilhassa gençler ve bir tanesi var ki, Alpaslan'ın yeğeni Caner, Alpaslan'ın elinden bayrağı almış, daha yükseklere taşıma gayreti ve kararlılığıyla her sene anmaları en iyi şekilde organize ediyor.
Alpaslan biraz daha eşit
Yitirdiklerimiz hepsi birer yiğit devrimciydi. Gözümüzde hepsi aynı değerde ve hepsini aynı sevgi ile bağrımıza basıyoruz.
Hepsi eşit ama bana Alpaslan biraz daha eşit. Yan yana kaldığımız yurt odasından akıp gitti.
Alpaslan 3 Mart 1946'da Buca'da doğmuştu. Öldürüldüğünde 25 yaşındaydı.
Keşke ölmeseydi.
(Kaynak: Bianet HÜSEYİN SÜNGER ANLATIYOR)