Kalorifer borusunda kelepçeli geçen günlerin gecelerin en kötü yanı sürekli işkence görenlerin çığlıkları, feryatları işkencecileriyle kurdukları diyaloglarıydı.
Günün yorgunluğuna, sakat olan omuzun ağrı durumuna göre, her gece bir bölümü çalakalem yazılmaya çalışılan, 12 Eylül sürecini, tanıklıkları kaleme almanın, tanık olunanların bizimle beraber göçüp gitmemesi için çok gerekli diye düşündüğümüz masumane anılardır.
Yanı başımızdan kan revan içinde, bir çuval gibi sürükleyerek alıp götürdükleri ve bir daha haber alınamayan hep yirmili yaşlarda kalacak yiğit arkadaşlarımızın destansı direnişlerini hatırlatmak anılarını canlı tutmak için, kalorifer borusuna kelepçeli haftalar aylar geçirenlerin kardeşliği adına yazmaktayım.
Gayrettepe'de konukluğumun ilerleyen günlerinden birindeydi, sabah posta adımı okudu, yukarı çıkardılar. Hiç bekletmeden hemen falakaya yatırdılar , sanki yeni gelmişim de tüm güçleriyle abanıp çözmeye çalışıyorlar, benden ses çıkmayınca daha hırslanıp şiddeti artırıyorlardı. İlk günlerde iki tokatlık adamın palavrasıyla kabul ettirmeye çalıştıkları kod adı yerini başka bir isme bırakmıştı, belli ki birileri ifade vermişti, bu defa işler daha ciddiydi. Uç noktaya gelince falakayı kesip suladıkları yerde yürütmeye çalıştılar, normalde bu aşamada yürümenin daha etkili olması tabanların su toplamaması için içlerindeki en ayıları sırtına biner öyle yürütürler ama yaralı olmamdan dolayı bunu yapmıyorlar sadece yürümezsem tabanlarımın şişeceğini, su toplayacağını ve şubedeki geri kalan günlerimde sürünmek zorunda kalacağımı söylüyorlardı. Sakince düşününce daha önümde çetin günlerin olduğunu ve yürüyemezsem işimin daha da zor olacağını anlayabiliyordum. Ayaklarımın şişmesi hiç de işime gelmiyordu, ıslattıkları zeminde yürümek hissetmeyen tabanlarıma garip bir rahatlama sağlıyor adeta keyif veriyor, keyif süresini uzatmak içinde ağır ağır yürüyordum. Bunu fark eden salaklar yürüme artık demeye başladılar. İkinci seansın son turunda kulağıma kod ad fısıldayarak şaşırtma yapmaya çalışan tim sorumlusuna boşa uğraştıklarını ben de verecek bir şey olmadığını söyleyince epey düşündü sanırım. Tekrar kalorifer borusuna emanet ettiler ve uzunca zaman ellemediler.
Kalorifer borusunda kelepçeli geçen günlerin gecelerin en kötü yanı sürekli işkence görenlerin çığlıkları, feryatları işkencecileriyle kurdukları diyaloglarıydı. Sıradan insanların feryat figan etmesi aman dilemesi normaldi elbette. Ama belli bir siyasi iddiası olan insanların bunları hatta fazlasını yapması nereye konabilir, onca yıldır bir kefeye sığdıramadım.
Geçmiş yıllarda 2. Şube'yi ziyaret ettiğimiz zamanlarda genellikle hırsız, yankesici, uyuşturucu vb işlerden gelenler 3-5 sopa sonra bas bas bağırır 'bokunu yiyim abi yapma' diye bağırır, her dediklerini yapınca insafa geleceklerini umardı. 12 Eylül Gayrettepe'sinde benzeri bağrışları duyunca afalladığımı söylemeliyim.
Afalladığım bir diğer olay, kalorifer borusuna kelepçeli geçen günlerde tanık olunan bir olaya idi. Yeni gelen bir arkadaş kelepçeli günlerini geçiriyor, durumunun belirsizliğinden ötürü de pek ellemiyorlardı. Arkadaş henüz hırpalanmamış olmanında rahatlığıyla hareketli davranıyor sağa sola uzanabiliyor laf yetiştiriyordu.
Öğle saatlerinde orta yerdeki masaya birini oturttular, sırtı dönük olsa da yüzü seçilebiliyordu. Kısa süre sonra oturtulma nedeni anlaşıldı. Günlerdir aç insanların çok daha fazlasını algılayabileceği dumanı tüten Adana Kebabı arkadaşın önüne kondu. Posta 'rahat ye oğlum' deyip kapı önüne çıktı. Vatandaş kebaba yumuldu tabii, artık gözünde ne çözülmesi vardı ne de yoldaşları, sadece Adana Kebabı ve o.
Yeni gelen acar arkadaş hemen seslendi, birader bize de versene, kebabı götüren vatandaş kafasını bile kaldırmadan cevap verdi 'olmaz!', acar arkadaş ısrarlıydı, 'lan az versene' cevap aynıydı 'olmaz' ısrar devam etti 'o zaman az ekmek ver biz de açız!'
Kebap yiyen vatandaş kapıdaki polise seslendi, 'memur abi bunlar beni rahatsız ediyor, kebebımdan istiyorlar!' Posta içeri girip küfürü bastı hemen, zaten kebabını silip süpürmüş vatandaşı da alıp sırıtarak hangi canları yakacakları bilinmeze gittiler.
Hep düşündüm o kebap neyin karşılığıydı acaba, başka kebap yiyen işkencecisine abi diyen şefler var mıydı! Var ve nelere karşılık olduğunu uzun yıllar sonra öğrenecektim.
İşkencede destan yazan tüm Gözlük Hayri'lere selam gönderip, bekleme odasında masaya kurulup acılı Adana kebabı yiyen şefleri hayırla yad edip, yarın anlatmaya devam etmek üzere sakat omuz arası verelim.