2 Haziran 2018 tarihinde gerçekleştirilen Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Genel Kurul'u insan hakları ile ilgili bir sonuç bildirgesi yayınladı.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) Kurucular Kurulu, Ankara’nın göbeğinde, Yüksel Caddesi’nde bulunan insan hakları anıtının kolluk güçleri tarafından abluka altına alındığı koşullarda, 2 Haziran 2018 tarihinde gerçekleştirilen 10. Dönem 29. Olağan Genel Kurulu için bir kez daha bir araya gelmiştir.
Son yıllarda insan haklarına saygının ortadan kalkmasıyla yaşanan değer yitimi ve gerilemenin derinleştiği bir ortamda çalışmalarımızın güçlendirilmesi amacına yönelik bütünlüklü değerlendirmeler yapan Kurucular Kurulu kimi özel başlıklardaki tutumunu kamuoyu ile paylaşmayı gerekli görmektedir.
Son dört yılda altı kez seçime gitmiş, bu seçimlerin kimisinde halkın iradesi yok sayılmış, kimisinde de halkın iradesine el konulmuş olan Türkiye, 24 Haziran 2018 bir kez daha seçime gidiyor. Yurttaşların hak ve özgürlüklerinin neredeyse tümüyle kısıtlandığı ve insan haklarını savunmanın bedelleri ağır bir “başkaldırı” gibi görüldüğü baskıcı bir ortamda girilen bu seçim arifesinde, biz aşağıda imzası bulunan Kurucular Kurulu Üyeleri, Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) 2 Haziran 2018 tarihinde gerçekleştirilen 10. Dönem 29. Genel Kurulu için bir araya gelmiş bulunuyoruz.
Seçme ve seçilme hakkı yurttaş olmanın en temel ifadesidir ve bu nedenle seçimler, aslında kendi kendisini yönetme gücüne sahip yurttaşların bu yönetme yetkilerini kime emanet edeceklerine karar verme edimidir. İnsan haklarına saygılı/dayalı demokratik rejimlerin en önemli dayanağını, yurttaşların özgür iradeleriyle verdikleri kararın açığa vurulmasını sağlayan şey, seçimdir. Bu nedenle demokratik bir seçim ortamı, yurttaşların her türlü politik hakkını sınırlanmaksızın kullanabildikleri bir özgür eylem, konuşma ve kanaat oluşturma ortamı olmak zorundadır.
Ancak yurttaşların hak taşıyıcısı olmaktan çıkarıldığı, en temel politik hakların, örgütlenme özgürlüğü ile düşünce ve ifade özgürlüğünün baskı altına alınarak kısıtlandığı koşullarda adil, eşit ve demokratik bir seçim sürecinin yaşanması mümkün değildir. Çünkü seçimlerin temel faaliyeti propaganda, tanıtım ve kendi karar ya da eleştirisini özgürce ifade etme faaliyetidir. Bu özgürlüğe sadece iktidarın hegemonik bir tarzda sahip olduğu, muhalefetin her türlü politik eyleminin kısıtlandığı, hatta kimi politik parti ve hareketlerin yok sayıldığı ya da düşman ilan edildiği bir ortam, aslında bir seçim ortamı değil, olsa olsa bir iktidarın kendisine sosyolojik meşruiyet kazandırmak için gerçekleştirdiği plebisiter bir etkinliktir.
Demokratik bir cumhuriyetin en temel ilkesi eşitlik, tüm haklara sahip olmak ve bu hakları kullanma özgürlüğü bakımından eşitliktir. Bu ilke, seçme ve seçilme hakkı bakımından da zorunlu bir ilkedir. Seçilme özgürlüğünü gerçekleştirmek için gerekli tüm hakları kullanmak bakımından adaylar arasında ayrımcılık yapılamaz. O halde tüm adayların tam bir serbestlikle ve eşit şekilde propaganda olanaklarından yararlanması, kendi programını seçmenin bilgisine sunması eşitlik ilkesi gereği dokunulamaz bir haktır.
Oysa 9 Şubat 2017 de çıkarılan 687 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunu'nun "özel radyo ve televizyon yayınlarına ilişkin suçlar" ile ilgili Yüksek Seçim Kurulunca (YSK) belirlenen esaslara aykırı olarak yayın yapılması halinde yayın durdurma ve para cezaları verilmesini öngören 149/A maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Bu da nerdeyse tamamı AKP iktidarının denetiminde olan medyanın tüm siyasi parti ve adaylara eşit davranma yükümlülüğünü ortadan kaldırmıştır.
Öte yandan gerek Anayasa, gerekse 298 Sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri Ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun uyarınca seçimlere ilişkin ilkelerin en belirleyici olanları eşitlik ve serbestlik ilkeleridir. Eşitlik ve serbestlik ilkeleri, seçmenin seçme ve oy hakkını kapsadığı gibi, seçime katılacak adayların kullanacağı olanaklar ve yetkiler için de geçerlidir.
Buna karşın Cumhurbaşkanı adaylarından biri olan Selahattin Demirtaş, söz konusu eşitlik ve serbestlik ilkesinden yaralanamamaktadır. Adaylığına yönelik yapılan itirazlara karşın Yüksek Seçim Kurulu (YSK), Selahattin Demirtaş’ın seçme ve seçilme ehliyetine sahip olduğunu kabul ederek adaylığını kesinleştirmiştir. Bu durumda, Demirtaş’ın tutukluluk hali, Anayasanın 19, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 5. maddesinde düzenlenen “kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı” ile birlikte “serbest seçim hakkı” nı düzenleyen Anayasanın 67. ve AİHS Ek 1 No’lu Protokolün 3. maddesinin ihlali niteliğindedir.
Tüm bu nedenlerden dolayı Selahattin Demirtaş derhal tahliye edilmelidir. Tersi durumda Demirtaş’ın seçim çalışmalarına özgürce katılamaması bu seçimleri daha baştan gayri-meşru hale getirecektir.
Mevcut seçim ortamı bir yandan uzun süredir kapatılmış olan siyasal alanın kısmen de olsa açılmasına olanak sağlasa da sürmekte olan OHAL koşulları, insan hakları savunucuları olarak bizlerin, en ağır hak ihlallerine tanık olmamıza yol açıyor. Kuruluşundan bu yana ülkemizde ve dünyada işkencenin son bulması için çalışmalar yürüten, işkence gören 17 bin kişiye fiziksel ve ruhsal tedavi ve rehabilitasyon hizmeti almaları için yardımcı olan TİHV’ in Kurucular Kurulu Üyeleri olarak bizler, 31 Mayıs 2018 tarihinde Hakkari Şemdinli’de dört çobanın işkence ve kötü muameleye maruz kalmasını büyük bir endişe ve tepki ile karşılıyoruz. Başta siyasal iktidar olmak üzere tüm topluma bir kez daha hatırlatmak isteriz ki; işkence insanlığa karşı suçtur ve Türkiye için de bağlayıcı olan evrensel insan hakları hukuku işkenceyi mutlak olarak yasaklar. Üstelik savaş ve olağanüstü hal koşulları dahil hiçbir gerekçe ile bu yasak çiğnenemez. Bu nedenle tüm yetkililere sorumluluklarını hatırlatıyor, derhal etkin soruşturma başlatıp işkence yasağını ihlal eden suçluları açığa çıkartmak üzere göreve davet ediyoruz.