Güncel

Tülay Sönmez I Haziran'a Ağıt

1981 yılının Mayıs sonları; randevuya geç kalmamalıydı faşizm tüm gücüyle saldırıyor, radyolar, gazeteler sürekli "vur emri" çıkarılan arananların listesini veriyordu.

21 Nisan 2021 Saat: 07:56
Tülay Sönmez I Hazirana Ağıt
Tülay Sönmez I Haziran'a Ağıt

TÜLAY SÖNMEZ


1981 yılının Mayıs sonları; randevuya geç kalmamalıydı faşizm tüm gücüyle saldırıyor, radyolar, gazeteler sürekli "vur emri" çıkarılan arananların listesini veriyordu.

Çocuğunu kayınvalidesine teslim edip,ne olur ne olmaz diye kendine sadece biraz yol parası alarak.. Cebindeki tüm parayı kayınvalideye teslim ederken son bir defa daha oğlunu öptü kokladı...Kolay değildi bu dönemde cezaevleri ile randevular arası gidip gelmek çok tehlikeli ve bir o kadar da randevusuna gittiğini arkadaş adına çok riskli idi. Anında sorgulamadan infaz ediyorlardı ve... "kaçarken vuruldu"...O kadar!!...Maalesef insanlık adına utanç verici... Ama bu bir gerçekti...Ve neredeyse her gün bu infazlar yaşanıyordu.

Evden çıktı; usulca etrafta göz gezdirdi...Şimdilik ters bir şey görünmüyordu ama yinede köşedeki bakkala girip çevrenin nabzını tutmak istedi...Tanırdı bakkalı...Bakkalda onu bilir saygı duyardı..Karadenizli idi ve sanki söz birliği etmişcesine o dönem tüm bakkallar ve kahvehaneler onlarındı...cezaevindeki kahvede Karadenizlilerindi. Rum bakkallar gitmiş Laz bakkallar gelmişti "kahveci Hristo "yok..."Karadeniz kıraathanesi" vardı.

Bir sakız isteyip, birazda Laz bakkalın ağzını arayıp...İçinden "asayiş berkemal "deyip yola koyuldu. Durakta bekleyen bir iki kişi görünce yürümeye karar verdi. Yürürken arkadan gelen minibüsü aniden durdurup araca hızlıca bindi. Bakırköy'de ki bir yakınlarının çok iyi bildiği, apartmanının gizli geçişini kullanırken için için gülüyordu korkulduğu için kovulan evin geçişini böyle kullandığını bilseler ne yaparlardı acaba. Akrabasının evi olduğu bilindiği için de girip çıkmaması ve hatta kalabiliyor olması çok normaldi. Usulca bodruma inip bir apartmanı diğerine bağlayan geçidi geçip, başka bir binanın, arka taraftaki sokak kapısından çıkarken..Tekrar etrafı kolladı. Aslında minibüse binerken peşinde kimse yoktu ancak sürekli arkadan gelen aynı arabadan huylandığı için ve tedbir olarak o geçidi kullanmıştı. Ağır adımlarla dışarı çıkıp istasyona doğru yürümeye başladı...Ağır yürüyordu ki kalkmak üzere olan trene son anda binsin. Köprünün üzerinden trenin gelişini gördü...istasyona indiğinde tren yolcularını indirmeye başlamıştı.. Sakince biletini aldı...Kalkış düdüğü sesi ile kapılar kapınıyorken aniden atladı. İçin için gülüyordu şu sahneyi dernek zamanları ne çok yapıyorlardı ama çoğunlukla beceremez arkadaşları biner gider… O ve onun gibi bir kaç kişi öylece kalır.... Yenik ve üzgün arkadan gelen trenle onların yanına dönerlerdi. O zaman kızar biraz çocuksu biraz özenti bulurdu bu binişleri ama şimdi "o günler" nasıl işine yarıyordu.

Bir "randevu" ya saatinden biraz önce gidip etrafı, arkadaşın geldiyse onu ve çevresini uzaktan gözlemlemeli idi. Bu konuda ne çok kitap okumuşlardı ancak bazen hayatın pratiği değişik yöntemler bulmanı gerektiriyordu çünki o kitaplarda yazanı karşı tarafta çok iyi biliyordu. Bu periyodik bir randevu idi...Randevu yerleri değişse bile periyod aynı idi. Artık temiz olduğuna inanmış buluşmaya doğru ağır adımlarla yürüyordu...Buluşma yerine gelse bile arkadaşı ile karşılaşsa da görmemiş tanımıyormuş gibi önünden geçip yürüyor... Karşılıklı son bir kez etrafı kolaçan ediyorlardı. Evet, bu sefer biraz geçikmişti...Ortalıkta görünmüyor derken birden boğazda bir tepenin üzerinde onun hafif"kanbur" silüetini ve güneşte parlayan sarı saçlarını gördü "oh neyse sağ salim idi"... Ayrık dişleri ile ona doğru gülümseyerek geliyordu...Hep gülerdi o..."Ne haber çakır durumlar nedir, sen nasılsın" dedi...Yüzünde o gülümsemenin altındaki hüznü anlamıştı...nede olsa onun deyimi ile "birbirlerinin çocukluklarını" biliyorlardı. "Sen anlat, sende var bir şeyler". Evet vardı...Hem de nasıl vardı...Bilemezlerdi ki...Bilse onu orada bırakır mıydı onu geri gönderir miydi!?. "Bir kaç gündür birilerinden haber alamıyoruz, gazetelerede çıkmadı"dedi. Gazetelere çıkmaması normal idi bu tip yakalanmalar, işkenceler den çok sonra yeni yakalanmış gibi açıklanırdı."Geri çekilin toparlanın diyorlar" sizler için dedi kadın...O yine ayrık dişleri ile gülümsedi "gidecekleri gönderdik biz buradayız" dedi. Bilirdi…Çok inattı bir şey demedi "peki haber alınamayan kişi güvenilir mi". ..."öyle deniyor bilmiyorum" dedi adam...Sonra döndü " bir süre periyodik buluşmaları kaldıralım Çakır" dedi...." ne olur bir süre gidin bak içerdende de bu isteniyor" dedi kadın ama o "ben burdayım Çakır söyle onlara...Onları almadan gitmem". Konuşmayı çok uzatmadılar ikisi de oturdukları tepeden aşağı doğru inerken kadına doğru dönüp bir sigara yaktı ve sonra elindeki çakmağı ona uzatıp "sende kalsın benden hatıra" dedi... Arkadaşının bakışlarında öyle bir şey vardı ki sanki onun yüzünde sevdiği, güvendiği dostlarını arıyordu....Kadın anladı .."seninle kalayım istersen" dedi... "Yok şimdilik kal kıroya selam söyle " diyerek... Döndü tepelerin ardından sarı saçları ile güneşe ışık oldu ve çok uzakta güneşe doğru zıplıyarak yürüyen silueti ile onu bu son görüşü oldu. Tanıdığı en çevik insandı düz duvara bir hamlede çıkardı yine nerelerden zıpladıysa çevrede tozu bile yoktu.

İçinde bir acı bir hüzün ile eve döndü.. .Çocuğu ile kucaklaşırken bile aklı arkadaşında idi haber bekle demişti ama bir türlü o haber gelmiyordu.

Ertesi ziyaret gününde olanları anlattı. Ona, zarar görebilecek insanlara haber vermesini "kaybolmaları" gerektiğini söylediler. O da öyle yaptı ama bazılarının yakınları çocuklarının askerde olduğunu ve bir şey yapamıyacaklarını söylemesine rağmen kadın, "haber verin kaybolsun" diye ısrar etti…Ama ısrarı dikkate alınmadı.

Böylece günler geçti.. Bir öğlen vakti iş yerinde küçük radyoda haberleri dinlerken...haber geldi ama acı haberdi!!...Çok kötü herkes öldürülmüştü kaç kişi nasıl..Spiker sürekli arkadaşının adını söylüyordu yanında başka arkadaşları...İsimler...hemen çantasını aldı dışarı çıkarken patron neler olduğunu sordu. Patron eski "Kıvılcım" cılardan çok iyi biriydi. "Hepsini öldürmüşler abi ben gidiyorum" dedi. Patron "dur nereye derken o caddeye çıkmıştı bile. Haber vermenin bir yolunu bulmak için cezaevine gidiyordu. Bir minibüse atladı gözlerindeki yaşları tutamıyor bazen buna hıçkırıklar da ekleniyor du...Minibüstekiler ona bakıyor...Baksınlar…Hiç umurunda değildi...Bu ülke için ölümü göze alan bu çocuklara sahip çıkmayan onlar değil miydi..Memleketin fidanları sorgulanmadan yargılanmadan infaz ediliyorken ...Cunta, bu günün "efendilerine" zemin hazırlıyorken ilerde o çocukları nasıl arayıp özleyeceklerdi. Minibüs, daha cezaevinin durağına gelmeden "çocukların" slogan sesleri her yeri inletiyordu duymuşlar mıydı acaba...Hızla minibüsten indi kahveye doğru yönelirken "bağımsızlardan" tanıdık ailelerden biri koşarak yanına yaklaştı ve eşinin gaz bombaları ile zorla koğuşundan alınıp tekrar"sorgulanmaya" götürüldüğünü... İçerdeki arkadaşlarında …Onun da bir süre ortadan yok olmasını söylediklerini iletti. Şu an ağlama ve ağıt yakma zamanı değildi. Hemen bir minibüse binip eve doğru yollandı...Bir taraftan da mantıklı düşünüp eşini de çocuğunu da koruyacak bir hareket planı çizmeli idi. Kayınvalide onu o saate evde görünce anladı bir şeyler olmuştu artık "küçük kızın davulu"nun yanına... Büyüyen genç kadının, oğlunun çantasıda eklenmişti. Eşyalar toparlanıp çantalara kondu.. bir an önce çıkmalı idi. Eğer onu ve oğlunu alırlarsa işler çok daha zorlaşacaktı. Kayınvalidesine sıkı sıkı tembihledi "her gün şubeye gidip oğlunu sorup bilgi alacaksın sakın sahipsiz görünmesin. Tamam dedi kayınvalidesi ve kadın oğlunu kucakladığı gibi merdivenleri indi koşa koşa bir taksi çevirdi. Aslında son randevuda arkadaşı ona sıkıca bantlı bir kağıt vermiş çok çok zor durumda kaldığında gidip yardım isteyeceğin bir adres bunu kimse bilmiyor demişti. Ama onu açmak hiç istemedi ne olur ne olmaz son ana kadar ihtiyaç hissetmemeliydi. Bir akrabasını arayıp gelmek istediğini söyleyince...Akrabası çok sevindi Etiler'de güzel lüks bir ev ve küçüklüğünde o çok sevdiği küçük kuzenin evi idi burası. Yine onu her zamanki eğlenceli yüz ifadesi ile karşılamış, ne oldu diye sormamıştı bile."Bizim aile kadınları" dedi kadın içinden. Akşam televizyon haberlerinde, gazetelerede arkadaşlarının ne kadar "kötü" insanlar olduklarını anlatıp bedenlerini hunharca gösteriyorlardı. Acaba sevdiği nasıldı.. biliyordu işkencede idi...Ruhu ile ona yardım gönderiyor gibi" yanındayım aşkım, ben burdayım" diyor bir yandan da her gün akşam saatlerinde dışarı çıkıp telefon kulübesinden eşinin şube de olup olmadığını haberini alıyordu. Yine bir akşam aradığında "cezaevine geri götürmüşler" diyerek mutlu bir haber vermenin rahatlığı içindeydi ama kadın onları tanırdı "engerekler, çiyanlardı" onlar "hemen bir arabaya atla ceza evine git ve sor gerçekten gelmişmi" dedi. Yaşlı kadın tam anlamasa da kadının sesindeki endişeyi sezerek...Cezaevine gitti kuşkularında haklı idi orada da yoktu. Bu kaybetme yöntemlerinden biri idi kadın çok iyi biliyordu. Barış derneği davasından yargılanan bir kadın avukatları vardı Gülçin Çaylıgil efsane kadındı. Telefon bile etmeden çocuğunu kuzenine bırakıp taksi ile Beyoğlu'daki bürosuna gitti. Sekreter kız görüşmesi olduğunu söylerken...O kapıyı açıp içeri girmişti bile...Artık günlerdir tuttuğu gözyaşları sel gibi akıyordu daha arkadaşlarının acısı kanıyorken buna izin veremezdi...Bunları ona anlatırken avukatta görüşme yaptığı kişi de onu sakinleştirmeye çalışıp bir şeyler diyordu...Sonunda biraz toparlanıp olayları sakince anlatmaya çalıştı. Avukat hemen İstanbul sıkıyönetim komutanına ulaşarak yapılanın suç olduğunu olayın takibinde olduklarını ailenin çocuklarının peşinde olduğunu söyleyip telefonu kapadı. Bir saat sonra komutanlıktan gelen telefonda "müvekkiliniz şu an cezaevinde dir"demesine çok sevinmelerine rağmen bu konudaki tecrübeleri onlara sağlamcı olmayı öğretmişti. Hemen cezaevini arayıp sordular"evet biraz önce getirdiler" yanıtı aslında Memet'in infazdan kurtulduğunun yanıtı idi.

Bir kuşak acılarını yaşayıp ağıt bile yakamamıştı. Hala Deniz'lere Mahir'lere Sinan'lara yakılan ağıtları söyleriz....Söyleyeceğizde elbet ama Tamer Doğan Atilla Ercan ve diğer arkadaşlara da ağıtlarımız olsun... Olsun ki o ağıtlarla kuşaktan kuşağa daha çok taşınsınlar.

Not:Arkadaşların sorularına cevap olarak…O güvenilir kişi Şemsi Özkan'dır.

YORUMLAR

Bu Habere Yorum Yapılmadı. İlk Yorumu Siz Yapmak İster misiniz? 
Lütfen Resimdeki kodu yazınız
 

Net Haber Ajansı Tavsiye Formu

Bu Haberi Arkadaşınıza Önerin
İsminiz
Email Adresiniz
Arkadaşınızın İsmi
Arkadaşınızın E-Mail Adresi
Varsa Mesajınız
Güvenlik KoduLütfen Resimdeki kodu yazınız