Ankara, Ulucanlar Cezaevi'ne 26 Eylül 1999'da düzenlenen operasyonda 10 kişi güvenlik güçlerince öldürüldü, onlarca tutuklu ve hükümlü ise ağır yaralandı, işkence gördü.
Ankara, Ulucanlar Cezaevi'nde koğuşların yetersizliği, 20-30 kişilik koğuşlarda 100 kişinin kalmasını protesto için direniş başlatan tutuklulara karşı girişilen operasyonla katliam yapıldı. Ssiyasi tutuklu ve hükümlülere karşı jandarma 26 Eylül 1999'da sabahın erken saatlerinde koğuşlara operasyon düzenlemiş, direniş şiddetle bastırılmıştı.
Operasyonda, Ümit Altıntaş, Abuzer Çat, Önder Gençarslan, Nevzat Çiftçi, Mahir Emsalsiz, Halil Türker, Ahmet Savran, Aziz Dönmez, İsmet Kavaklıoğlu ve Zafer Kırbıyık, ateşli silahlarla öldürülmüş, onlarca tutuklu ve hükümlü ise ağır yaralanmış, işkenceden geçirilmişti.
Oysa dönemin ana akım medyasında çıkan haberlere göre 25 Eylül 1999’da Ulucanlar Hapishanesi’nde “isyan” çıkmıştı. Büyük ve kudretli devlet de bu “isyan”a müdahale etmiş ve “isyan” bastırılmıştı. Çıkan haberlere göre Ulucanlar’da yaşanan bir katliam değil, “bir isyanın bastırılması” olayıydı; 10 kişi yaşamını yitirmişti.
NELER OLMUŞTU...TANIKLAR ANLATIYOR!
Katliamın yaşandığı gün, gün boyu yaşananlar tanık ifadelerine göre şöyleydi:
“20-30 kişiyi gözden çıkardık, çekinmeyin’ diye emirler aldıklarını telsiz konuşmalarından kulaklarımızla duyduk. Katledileceklerin isimlerini önceden tespit edip hazırladıkları listeleri gözlerimizle gördük. Listede isimleri olanlarımız tek tek işkenceli sorgulara alındı. Ayaklarımıza kafalarımıza kurşun sıkıldı, boğazımız kesildi, elektrik verilerek, gözlerimiz çıkartılarak hayalarımız burularak işkenceler yapıldı. Tam sekiz saat boyunca… Öğlen 11:00’dan akşam 19:00’a kadar. Ve bu işkenceler sonrasında bazı arkadaşlarımız hamamda öldürüldü. Hastaneye götürülmeyip orada bekletilenler, yaralarına müdahale edilse kurtarılabilecek durumda olanlar kan kaybından öldürüldü. Otopsi raporlarında vücutlarında kan tespit edilmeyen cesetler işte bunun kanıtıdır…”
Ulucanlar Cezaevi katliamı sırasında hapishanede bulunan Fatime Akalın, devletin sayım verilmediği ve kaçma girişimi gibi yalan ve manipülasyonlara giriştiğini ancak bunların doğru olmadığını ifade ediyor ve ekliyor:
“Sayım vermemize rağmen sayım almıyorlardı. Uzun süre bizi görüşlere çıkarmadılar. Kaçacağımız söylemi de doğru değildi. Çünkü katliamdan çok önce yaptıkları arama sırasın da kazdığımız tüneli bulmuşlardı. Bu nedenle bize dava açılmıştı. Bizde üstlendik zaten, bu söylenenler katliamı meşrulaştırmak içindi. Ailelerimiz o gece cezaevi karşısındaki parkta gelişmeleri bekliyordu. İHD ve ÇHD avukatlarına ise cezaevi idaresi sorunu çözeceklerini söylüyorlarmış. Gece yarısı ilk önce ailelerimizi gözaltına almışlar. Sonra askerler içeriye girdi. Girdiklerinde direkt ateşli silahlarla müdahale ettiler. Erkekler koğuşuna önce Ankara İtfaiyesi’ni kullanarak köpük sıkıyorlar ve gaz atıyorlar. Koğuşta kalınmayacak duruma gelindiğinde tutsaklar dışarı çıkıyor. Dışarıya çıkarken askerler tarafında taranıyorlar. Erkekler koğuşunda çatışmalar belli bir seviyeye geldikten sonra kadınlar bölümüne geldiler. Silah seslerini duyuyorduk. Atılan gazlardan etkilenebilecek hasta arkadaşlarımız vardı. Onları korumaya çalışıyorduk. Bu saldırılara karşı bizde kapılara ranzaları yığmıştık ve ranza demirleriyle kendimizi korumaya çalışıyorduk. Ben ranzanın üstündeyken silahlı bir asker geldi. Silahını üzerimize doğrulttu. Ve arkasından gelen bir komutan kadınlardan ölü istemiyorum dedi. Ondan sonra o asker geri gitti”.
Saldırıdan sonra erkeklerin hamama götürüldüğünü belirten Akalın şunları açıklamıştı: “Orada çok ağır işkenceler yapıldı. Derileri soyulmuştu. Hızarlarla biçildiler. Bacaklarına kollarına çiviler çakıldı. Soyer Kahraman’ın ciğerlerine kurşun sıkıyorlar. Öldü diye ring aracına atıyorlar. Ancak daha sonra yaşadığı ortaya çıktı. Bizimde her anımız şiddetti. Bizi görüş odasına götürdüler. Karşı çıkmamıza rağmen askerler tarafından çıplak aramaya maruz kaldık. Katliam sonucunda Ümit Altıntaş, Abuzer Çat, Zafer Kırbıyık, Halil Türker, Habip Gül, İsmet Kavaklıoğlu, Önder Gençarslan, Aziz Dönmez, Ahmet Savran ve Mahir Emsalsiz katledildi; onlarca devrimci tutuklu ise yaralandı. Adli Tıp raporlarıyla, öldürülen tutukluların tümünün ateşli silahlarla vurulduğu, olayda pompalı av tüfekleri kullanıldığı, atışların çok yakın mesafeden yapıldığı, cesetlerden bazılarının ağır darp nedeniyle tanınmayacak halde olduğu tespit edilmişti”.
161 SANIK BERAAT ETTİ
Operasyonda görevli 161 jandarmanın Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 49/1. maddesine göre "kasten öldürme ve yaralama" suçunu işledikleri iddiasıyla yargılandığı Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki davada 18 Aralık 2008’deki kararla tüm sanıklar beraat etti.
Dava Anayasa Mahkemesine taşındı, mahkeme 9 Ağustos 2015’teki kararıyla yaşam hakkının usul yönünden ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine hükmetti. Başvuruculara 20-25 bin liralık manevi tazminat ödenmesine karar verdi.
1925’te kurulan ve 2006’da kapatılan cezaevi daha sonra müzeye dönüştürüldü.