Antik çağ'daki adı İDA olan KAZ dağları bir çok bakımdan hayati önem taşıyan bir silsile'dir.
Kendi coğrafyasının dışında hiç bir yerde yetişmeyen bitkiler anlamına gelen bir çok nadide endemik bitki türlerine ev sahipliği yapmaktadır. Gür ormanlara ve başka yerlerde fazlaca yetişmeyen bir yığın ağaç türünede sahip bir yerdir. Kendi orijinal flora yapısı doğal olarak oraya özgü bir fauna yaratmıştır.
KAZ dağlarının GÜRE bölgesi oksijen oranının en yüksek olduğu yerlerden biridir. İçilebilir şu kaynağı rezervleri bakımından da bölge oldukça zengindir. Eko-turizm açısından oldukça stratejik bir konumda bulunan vede çok rahatlıkla " Türkiyenin Amazon'ları" diyebileceğimiz bu coğrafyayı altın madenciliği sahası ilan etmek nasıl bir akla ziyan mantığın ürünüdür?
KAZ dağlarında yapılacak olan madencilik faaliyeti "galeri madenciliği" değildir. Burada yapılacak iş; toprağın çok büyük ölçekte kazınarak elenmesine dayalı bir işlemdir. Tonlarca toprak ve kaya parçaları makinalarda kırılıyor, daha sonra ise içine siyanür başta olmak üzere çeşitli kimyasalların karıştırıldığı su ile yıkanıyor ve böylece değerli madenler ayrıştırılıyor. Burada dikkat çekmek istediğim husus; bu yıkama işlemi esnasında haddinden fazla miktarlarda su tüketimidir.
Maden arama sahalarına su dışarıdan getirilmiyor. Ön tetkikler yapılırken mutlak surette yeraltı su kaynaklarının zenginliği göz önünde bulunduruluyor. Bu yeraltı içme su kaynaklarının böyle saçma sapan bir faaliyette heba edilmesi,bağlı olarak yöre tarım arazilerinin geleceği açısından çok büyük bir tehdit teşkil ediyor.1 kg altın elde etmek için 100 bin litre su kullanmak hangi aklın, hangi mantığın ürünüdür?
Madencilik işi yapan firmalar sözleşme imzalarken; hafriyat sahalarının dolgu yapılmak suretiyle eski haline yakın bir biçime sokulacağını taahhüt ederler. Ancak şimdiye kadar bunun bir tek örneğine dahi rastlanmamıştır. Aksine; LAS dediğimiz kazılar dolayısıyla oluşan toprak yığınları ve derin çukurlar öylece terkedilmiştir. Kazılar sonrası ise hiçbir ağaçlandırma faaliyeti yapılmamıştır.
Geride bırakılan bu toprak yığınları, kimyasallar ve zehirlerle yıkandıkları için yağmurlarla birlikte bu kimyasal maddeler yeraltına inmekte ve tatlı su kaynaklarına karışmaktadırlar. Toprak üstünden akıp gidenler ise, aşağılardaki tarım arazilerini boydan boya zehirleyip daha sonrada göllere,nehirlere ve denizlere ulaşmaktadır. Bu yüzden Edremit ovası ve bütün körfez tehlike altındadır. Zeytin gibi stratejik bir tarım ürününün en çok üretildiği Edremit havzası, Güre başta olmak üzere Biga' ya kadar olan bütün bölge risk altındadır.
İl ve İlçe tarım müdürlükleri, bölge ziraat odaları, tarım kooperatifleri , konuyla ilgili mühendis odaları vede alternatif doğasever kuruluşların iradeleri yok sayıldığı için, ortak aklı oluşturacak mekanizmalar devre dışı bırakıldığı için, bu konu ile ilgili kamuoyunun bilgilenmesini sağlayacak bütün kanallar tıkatıldığı için bu vahşi doğa katliamı pervasızca devam ediyor
Görev yapacağımız zamanlara....