Yoksulluk kara… Yoksullar ise aç aşık kara… Yoksulluk evde durduğu gibi durmuyor sokakta.
Yoksulluk kara… Yoksullar ise aç aşık kara… Yoksulluk evde durduğu gibi durmuyor sokakta. Beyaz, evde durduğu gibi durmuyor okulda. Yoksulluk, evde ve sokakta durduğu gibi durmuyor okulda. Okul dedimse, Anafarta İlkokulu. Çocuklar dedimse, sözüm sokaktan içeri, okulun tersi bazı çocuklar.
Hamsi sisidir bizim oralarda tarih…
Azarı pis öğretmen, dili çarşı-pazar uzun öğretmen, evde çizgili pijamalı, tcetvelli öğretmen. Karısından artırdığı dayakları öğrencilerine saklayan… Türkçeye dili dönmeyenleri, kara tahtaya, olmadı mevsim şeridine olmadı tarih şeridine yazan… Korkudan yapılmış, korkutmaktan ibaret öğretmen.
Az komşudan kıyı bucak, saçakaltından yürüyerek heves toplayan bir kadın. Kadın dedimse doğma-büyüme şarkılı annem… Heves ve iyilik topladığını sekizlik bir çocuk olarak sezip, komşudan hiç ödünç iğne-iplik taşıdığım bez fukarası bir gün. Hatırlıyorum, sanki aklı başından uçup gitmişti kalbine. Ne fayda ağıp gitmişti, kovulan “az” komşularının ardından.
Hangi zamanlar derseniz işte o zamanlar…
Kore Savaşı sonrası, Sierra Maestra dağları öncesi… Sorularımı cevaplarıyla yamayan “gizli” Ermeni bakırcı ustam… Aynanın tam ortasında, ceplerimizde harçlık cevaplar…
Yukarı mahallenin çocuklarına aşağı mahalleden taşı esirgeyip önce yanağından ısırarak kış armudu attığımız günler. Anlamın bacayı sardığı, suyun ateşinin çıktığı, ateşi uykunun tutmadığı zamanlar. Hayatını cümle kurarak kazanan delinin, dilini aç aşık çocuklara emanet ederek, kalan ömrünü denizin dibinde geçirdiği, adı “deniz evliyası”na çıktığı günler… Kadınlarla erkeklerin yatakta tek taraflı olarak çarpışıp, seviştikten sonra bedenlerini su ile örtükleri dışa mahrem çocuklara ayan-beyan haller yaşanan çırılyaprak, şırılsıklam geceler…
Ferman başöğretmenden: Her çocuğa mendil şart! Baş öğretmen dedimse, ahaliden önce kalkıp kasabayı gezerek tabelalardaki Türkçe yanlışları tebeşirle düzelten, dili başından şaşkın, eli ve dili kalbine uzak başöğretmen.
Hatırlamak bana keder. Mektepte mahcup olmamaları için çocuklarına, apışarasındaki “ayıp bezinden” soluklanma taşında mendil kesip-biçen bir kadın. Elinde iğne-iplik onu seyreden bir çocuk. Parmak uçlarından ibaret annem... Beş sekizlik parmak uçlarından öptüğüm annem.
Kadın dedimse annem… Eleğindeki taşlardan aşkı meşk etmiş annem. Daha biz rahmindeyken çocuklarına şarkı ve söz banyosu yaptıran annem...
Annem dedimse, “muayyen günlerde” kanayan bedeninden alıp ölçüp biçtiği “ayıp bezine”, beş çocuk, beş mendil sığdıran kadın. Annem dedimse az’dan ibaret çok bahçe…
Kısa mendil tarihi işte...
Emanet... Size...